Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

8 Ocak 2011 Cumartesi

ŞEBNEM FERAH



Akort Dergisi Ocak-Şubat/2007

ROCK’IN ZİRVESİNDEKİ ÇIĞLIK: ŞEBNEM FERAH

Ülkemizde ticari müziğin tükendiği dönemden geçerken, gençler yaşıtlardan kurulu rock gruplarıyla özdeşleşiyorlar. Popüler müziğin doğasını anlamlı kılan bu fotoğrafın zirvesinde ise, bir yıldız 10 yıldır pırıl pırıl parlamakta…O’nun ne magazinden beslenen bir yanı ne de starlık kavgası var. Hatta TRT’ye başvurup ‘beni Eurovisiona götürün’ bile demiyor. Ama o sımsıkı sarıldığı hayran kitlesiyle zirvedeki yerini hep koruyor. Bir dünya yorumcusu gibi düşünüp, gençlerin heyecanlarıyla kavrulabiliyor. 10 yıllık kariyerinde müzikseverle arasındaki bağlar, hep güçlü kaldı. Geçtiğimiz günlerde Türk Aviva'nın 'İlkler Projesi' kapsamında 'Türkiye'nin ilk kadın rock vokalisti' unvanını alan hayranlarının ŞEBO’su, rock’ın kraliçesi Şebnem Ferah, AKORT’un sorularını yanıtladı. Sohbetin özetinde müzikte başarı kazanmak isteyen şarkıcıların öğreneceği çok şey var. Bizde alkışlara karışıp ‘çığlığın hiç durmasın’ diyoruz ve Şebnem Ferah röportajımıza geçiyoruz.

“Tuborg Alive” turnesiyle yoğun bir konser maratonundan çıktınız. Nasıl geçti konserler, bir değerlendirme yapar mısınız?
2005-2006 yılları benim için gerçekten çok dolu dolu geçti. Sadece bu süre içinde 3 büyük turne ve sayısını hatırlayamayacağım kadar çok konser yaptık. Konser vermeyi özellikle çok seven bir müzisyen olduğum için gerçekten çok mutlu olduğum bir dönemdi. Konserlerde; müziğinizi takip eden müzik severlerle bir araya gelmek ve konser salonlarında benzer duygu yoğunluklarını yaşamak beni hayatta en çok heyecanlandıran, en çok motive eden şey.

 Konserlerinizde dinleyenlerinizle kurduğunuz sıcak iletişim dikkat çekici.  “Şarkıcı ve hayran gibi değil, arkadaş gibi aramızdaki ilişki” diyorsunuz. Bu köprü nasıl kuruldu?
Bugüne kadar dinleyici arkadaşlarımla aramdaki en önemli bağın müzik olmasına gayret ettim. Elimden geldiği kadar, içinde bulunduğum koşulları sonuna kadar zorlayarak özenli çalışmalar sunmaya çalışıyorum. Bu karşılıklı bir şey. Sanıyorum dinleyiciler de bunu bir şekilde algılıyor ve ortaya böyle bir sonuç çıkıyor. Ayrıca herkesin bir takım davranış özellikleri, alışkanlıkları vardır; sahne de benim en rahat olabildiğim, her türlü insani ve müzikal özelliğimi en rahat ve arada başka katmanlar olmadan yansıtabildiğim yer.

Kemikleşen bu kitleyle birlikte, rock müzikte bir marka oldu Şebnem Ferah… Bunu nasıl yorumluyorsunuz, yani Şebnem Ferah çizgisini korumayı nasıl başardı?
Böyle düşündüğünüz için teşekkür ederim, ama inanın ben böyle şeylere hiç yoğunlaşmıyorum. Sadece işimi iyi yapmaya çalışıyorum. Aslında bir önceki sorunuzda bunun cevabı var. Müziği çok seviyorum ve her aşamasını büyük bir heyecanla ve kendime göre özenle yaşıyorum. Sanıyorum toplamda bunlar bir anlam ifade ediyor ama tekrar söylüyorum; önemli olan marka olmayı ya da benzer sıfatlar edinmeyi hedeflemek değil. Önemli olan yaptığınız şeyi iyi yapmak. Buna odaklanınca sanırım olumlu sonuçlar kendiliğinden geliyor.

Televizyon ya da magazinden beslenmeden 10 yıldır rock müziğin zirvesinde kalmanın formülü nedir?
Müzik; duyarak, dinleyerek algıladığımız ve hayatımıza soktuğumuz bir şey... Elbette zaman zaman görsel olarak da desteklemek gerekir ama şunu asla unutmuyorum: Müzik televizyondan çok daha eski ve yerleşik bir şey. İnsanlarla müziğe dayalı bir ilişki hedefliyorsanız (ki ben öyle olmasına gayret ediyorum) yoğunlaşmanız gereken en önemli şey dışardan alabileceğiniz destekler değil; materyaliniz yani şarkılarınız ve performansınız... Bunlar sağlam değilse isterseniz 5 dakikada bir TV’de görünün;  hiç önemi yok, sadece ünlü olursunuz. Oysa ben müzisyen olarak var olmak ve bunun gerekliliklerini yerine getirmek niyetinde oldum hep... Bu da televizyondan ya da magazinden ziyade enstrüman çalmaktan, üretim yapmaya çalışmaktan, gözlemci olmaktan ve her şeyden önemlisi müzik odaklı bir hayat yaşamaktan geçiyor. Elbette bunlar benim doğrularım. Sonuçta herkes nasıl şeyler hedeflerse onları hayata geçiriyor

Peki, başarınız için ödün verdiğiniz şeyler var mı?
Asla. Ben bu tür konularda kendini çok net ifade eden biri oldum hep. Nasıl müzik yaptığım çok belli artık. Bunu kendi doğru bulduğum koşullarda yapabiliyorsam yaparım, aksi taktirde o koşulları oluşturana kadar beklerim. Beklerim derken elbette oturup beklemeyi kastetmiyorum. Yeni çözümler bulmaya çalışırım.

Solo çalışıyor olsam da grup müziğini seviyorum” demişsiniz bir röportajınızda. Uzun zamandır çalıştığınız güçlü bir ekibiniz var. Nasıl bir araya geldiniz, bu birlikteliği nasıl koruyorsunuz?
İlk albümümü kaydettikten sonra, konserlere başlamadan önce bir araya geldik. Her biri takip ettiğim, takdir ettiğim müzisyenlerdi. Zaten hemen hepsini çok iyi tanıyordum. Üçüncü albümümden itibaren stüdyo aşamasında da beraber çalışmaya başladık. Bundan da çok zevk aldık. Sonuçta böyle beraberlikleri zorla yaratamazsınız, ancak beraber çalıştığınız arkadaşlarınızla benzer duygular içerisindeyseniz kendiliğinden oluyor diye düşünüyorum. Bugüne baktığımızda biz artık bir aile gibi olduk. Her biri özel hayatımda da en çok gördüğüm ve iyi günü de, kötü günü de paylaştığım dostlarım. Beraberce o kadar çok şeye tanıklık ettik ki; bu duygular yüreğinizdeyken stüdyoya girip kayıt yapmak, ya da güzel bir konser yapmak inanın hiçbir şeyle karşılaştıramayacağım kadar değerli benim için. Hepimiz de bunu korumaya özen gösterdiğimiz için, kıymet verdiğimiz için yıllardır beraberiz.

Müzikal kariyerinizin başlangıcında grubunuz Volvox’un önemli bir yeri var. Volvox’lu günleriniz ve kopmanız sonrasını anlatır mısınız?
Volvox çocuk denebilecek yaşlarda kurduğumuz bir gruptu. Birlikte gerçekten çok güzel zamanlar geçirdik. Hepimiz için eğitici olduğunu düşünüyorum. Ama aradan yıllar geçtikten sonra bu çalışma dönemine maalesef bir nokta koymamız kaçınılmaz oldu çünkü her birimiz farklı hayat planları üzerine yoğunlaştık. Bence bu da çok doğal çünkü çocukken yaptığınız seçimlerle hayatı karşılamakla yükümlü olduğunuz zamanlar arasında farklılıklar olabilir, öncelikleriniz değişebilir. Bizim için de böyle oldu. Bundan çok kısa bir süre sonra zaten var olan beste çalışmalarıma ağırlık verip ilk albümümü kaydetmeye başladım.

 Solo albüm yaparken, ilk başta tereddütleriniz var mıydı?
Tereddüt diyemem ama birkaç soru işaretim vardı. Yapmaya çalıştığım müziğin bugünkü gibi yaygın bir algılanırlığı yoktu, bazı büyüklerimiz dışında çok örnek de yoktu. Dolayısıyla ne olacağını tahmin etmeye çalışmayı bir kenara bıraktım ve içimden çıkacak şeyleri en iyi şekilde yansıtmaya gayret ettim. O dönem beraber çalıştığım İskender(Paydaş), Tarkan(Gözübüyük) ve Demir(Demirkan) de ilk albümümde gerçekten çok büyük bir heyecanla çalıştılar. Hepimiz performansımız konusunda sınırlarımızı zorlamaya gayret ettik. Sanıyorum iyi bir sonuç elde ettik.

 Albümlerinizdeki şarkıların çoğu size ait. Sözlere baktığımızda da ağırlığın daha çok hayat gözleminiz ve aşk olduğunu görüyoruz. Şarkılarınızdaki derinlik ve ironinin hayatınızın bir yansıması olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bugüne kadar 5 albüm kaydettim ve 2 şarkı dışında hep kendi parçalarımı kullanmayı tercih ettim. Çünkü kendi içimden çıkan melodileri, kendi içimden çıkan cümleleri daha inanarak söylediğimi düşünüyorum.Hayatı algılayış biçimimi şarkılara yansıtabilmeyi çok seviyorum, bana daha heyecanlı geliyor. Ama söylediğim her cümle birebir benim hayatımdan çıkmak zorunda değil, etrafınıza baktığınız zaman binlerce hikayeyle karşılaşabiliyorsunuz zaten. Kendinizi başkasının yerine koymayı öğreniyorsunuz ki bu bence insan olarak da çok ama çok önemli bir şey... Ben bunları kendi algıladığım biçimde yansıtabilme lüxümü seviyorum. Ana fikri aşk gibi gözüken bir şarkıda bir sürü ufak ayrıntıya dokunabilmeyi seviyorum. Bu arada başkalarına ait olan ve söylemeyi çok sevdiğim şarkılar da var ama ne zaman böyle bir çalışma yaparım bilmiyorum.

Sesinizi kullanma tekniğiniz, attığınız çığlık hep hayranlık uyandırır… Peki, çığlık atmanın size bu denli yakıştığının farkında mısınız?
Teşekkür ederim... Şarkıcıların diğer müzisyenlerden en büyük farkı enstrümanlarını vücutlarının içinde taşımalarıdır. Uyurken de enstrümanınız sizinledir, tatildeyken de, yemek yerken de, aklınıza gelen her anda. Her dakika gitarıyla beraber yaşamak durumunda olan bir gitarist düşünün. Sırf hava koşulları yüzünden bile gitarının telleri nasıl etkilenecekse, ve her an o gitarı taşımak onda nasıl bir etki oluşturacaksa bir şarkıcı için de bu böyledir. Zor olan şudur; gitarınızın teli kopunca değiştirirsiniz olur biter ama bir şarkıcının ses tellerine bir şey olduğunda değiştiremezsiniz. İyileşmeyi beklemek zorundasınız. Turne gibi her gün ya da gün aşırı şarkı söylemek zorunda olduğunuz zamanlarda bu gerçekten problem olabilir. Bu yüzden sağlam bir teknik oluşturmak zorundasınız ki sesinizin sağlığı hiçbir koşul yüzünden bozulamasın. Çığlık meselesine gelince; yaptığım şey aslında çığlık atmak değil elbette. Şarkılarımı yazarken, melodilerini oluştururken hayal dünyamı geniş tutmaya gayret ediyorum, her hangi bir melodiye asla ''ben bunu söyleyebilir miyim acaba'' diye korkarak yaklaşmıyorum. Tanrı vergisi; geniş melodik aralıkları rahatça söylememe müsade eden ses tellerim var. Dolayısıyla  pes sesleri de  tiz sesleri de sıklıkla kullanıyorum. Bunları söylemek çok zevkli... Ama beste yaparken yoğunlaştığım şey ''şurasında da şöyle bir çığlık atayım'' tavrı değil. Benim melodi anlayışım böyle. Bir enstrumanist için tiz veya pes sesler arasında nasıl ki fark yoksa benim için de yok. O noktada ses tellerim benim vücudumun içinde var olan enstrümanım haline geliyor. Ben de melodi neyi gerektiriyorsa enstrümanımla onu çalıyorum.

Geçmiş dönemlerde, “rock” tanımı, bir protest biçimdi. Sonradan bu tavır değişti. Size göre rock nedir?
Rock müzik için bir sürü tanımlama yapıldığına tanıklık ettim. Genellikle müziği yapanlardan ziyade takip edenler bu tanımlamaları yapmak konusunda daha aceleci olabiliyor. Oysa bence bu kadar hızlı yapılmış tanımlamalar büyük resmi tam olarak yansıtmıyor. Los Angeles’a gittiğinizde rock müziğin anlamı başka bir şey oluyor, Londra'ya gittiğinizde başka bir şey... Dünya üzerinde binlerce grup birbirinden çok farklı söylemlerle bu müziği icra ediyor. Benim için rock müzik; az enstrümanla son derece doyurucu bir müzik yapıp arzu ettiğiniz konuyu rahatça dile getirmenize olanak sağlayan çok geniş bir zemin. Dolayısıyla ne tamamen protest tavırlı bir zemine oturtulmaya çalışılmasını ve herkesin böyle yapmasının beklenmesini doğru buluyorum ne de tam tersini. Herkes iyi yapabildiği tarafa yoğunlaşınca güzel şeyler çıkıyor. Bir takım zoraki yaklaşımların, ya da müziğin her hangi bir türünün sadece ''araç'' olarak algılanmasının çok üretken ve yapıcı bir davranış olduğunu düşünmüyorum. Yaptığınız müzik; enstrümanınızı elinize aldığınızda ne çalıyorsanız, kaleminizle kağıda dokunduğunuzda ne yazıyorsanız onun etrafında şekillenir bence ve bunu paylaşacak dinleyiciler buluyorsanız; bu yeterince anlamlı ve mucizevi bir şey. Buna zorla ek anlamlar yüklenmesini çok sempatik bulmadığım gibi; kendi tavrı olmayan üretimlere de çok yakın hissettiğimi söyleyemem.

Şebnem Ferah, Türkiye’de rock adına yapılanları nasıl analiz ediyor?
Son zamanlarda grupların artmasını, neredeyse haftanın her günü bir yerlerde bir rock grubunun ya da müzisyenin konseri olmasını harika buluyorum. En azından artık 20 yıl önce olduğu gibi büyük önyargılarla yaklaşılmadığını görmek, ya da ön yargıların azaldığını görebilmek çok umut verici çünkü bunlar bir müzisyen için çok yorucu ve üretkenlikten çok uzaklaştırıcı engeller...Bir ülkede sanatla ilgilenen gençlere ön yargıyla yaklaşılıyorsa ne bekleyebiliriz ki? İşte en azından bunun yavaş yavaş eridiğini görmek benim için çok mutluluk verici çünkü ben 15–20 yıl önce nasıl yaklaşıldığına birebir tanık olmuş bir müzisyenim.

Diğer rockçılardan sizi ne ayırıyor?
Hiç bu açıdan düşünmedim çünkü zaten herkesin çok farklı olduğunu gözlemliyorum. İnsan olarak fiziksel özelliklerimiz ne kadar farklı olabiliyorsa, duygusal özelliklerimiz de farklılıklar taşıyor ve bu herkesin üretimine de yansıyor. Dolayısıyla asla kendimi merkez noktasına aldığım değerlendirmeler yapmıyorum, bu çok yanlış olur.

Beşinci albümünüz “Can Kırıkları”nın ardından yeni bir albüm hazırlığı var mı şu aralar?
Ben yeterince malzemem olduğuna inandığım zaman albüm çalışmalarımı başlatıyorum. O dönemlerde konserlere bir süreliğine ara verip eve kapanıyorum ve turne zamanlarında sağa sola karaladığım ve kaydettiğim şeylerin beğendiğim kısmını değerlendirip üzerinde titiz bir çalışma başlatıyorum. Bunu yapabilmek için önce yeterince malzeme üretmiş olmam gerekiyor. İşte şimdi sağa sola dağınık da olsa bir şeyler karaladığım, bulduğum melodileri kaydettiğim dönemdeyim. Gerçekten yorucu bir yıl geçirdiğim için; önce biraz da dinlenmem lazım. Yeterince olduğunda konserlere biraz ara verip yine eve kapanacağım, sonra da stüdyoda kaydedeceğim.

“Can Kırıkları” sound olarak çok sert bulunmuştu. Yeni çalışmanız için nasıl bir konsept var aklınızda?
Can Kırıkları albümünün şarkılarını yaparken de, stüdyoda kaydederken de ''sert bir albüm olması için'' özel bir çaba göstermedim, göstermedik. Böyle bir yaklaşımı yapay bulduğumu her zaman söylüyorum zaten. Tıpkı ''Yağmurlar'' şarkısını zorla yumuşak bir şarkı yapmadığımız gibi... Bir albümün soundunun ne kadar sert olacağını elbette müzisyenler de yönlendirebilir ama ben işin bu kısmını şarkıların bizler üzerinde yarattığı duygulara bırakmayı tercih ediyorum, daha doğal geliyor. Kaldı ki bir şarkıda arzu ettiğim duygu yoğunluğuna yaklaştığımı hissettiğim zaman asla ''bu çok mu sert oldu acaba'' diye düşünmüyorum. Ayrıca her hangi bir şeyi ilk önce sert ya da yumuşak diye algılamak bir müzisyen için çok ufku açık bir yaklaşım değil diye düşünüyorum. Benim için önemli olan şarkının nasıl vücut bulduğu, hayata geçtiği, albümün genel soundunun ne kadar sert ya da yumuşak olursa olsun dünya standartlarında olması.  Dışardan bakıldığında beni ''Yağmurlar'' şarkısıyla tanımış ama yakından takip etmemiş birine ''Can Kırıkları'' sert gelebilir ama albümlerimin tamamını dinleyenlere asla böyle gelmeyecektir çünkü benim tüm albümlerimde sert parçalar olmuştur hep.

Beş albümü kendi içinizde değerlendirdiğinizde ne görüyorsunuz?
Hepsini kendi dönemleri ve ait oldukları koşullar içerisinde değerlendirdiğim için asla mukayese etmem. Her biri de gerçekten özenle çalıştığım albümler oldu. Benim için bir albümün en önemli özelliği 1- 2 şarkılık olmasından çok; genelinin dinlenebilir olması. Bu anlamda her birini çok seviyorum. Aradan yıllar geçtikten sonra aklıma esip cd-çalara koyup dinlediğimde (ki bunu çok nadir yaparım) o günlere geri dönmeyi seviyorum... Ama prensip olarak bir albümün kaydını bitirdiğimiz günden itibaren sonrasındaki konserleri ve yapacağım yeni şeyleri hayal etmeye başlıyorum. Geleceği düşünmek daha çok heyecan veriyor

Son olarak, gelecekte yapmak istedikleriniz neler, örneğin bir yurt dışı planınız var mı?
Planım yok ama arzum var elbette. Bu yüzden bulduğum her fırsatta ya Londra'ya, ya da Los Angeles'a gidip mümkün olduğunca uzun kalıyorum, çünkü uluslararası bir şey yapmak için algılarınızın da uluslararası olması gerek diye düşünüyorum. Gidip bol bol gözlem yapıyorum. Orda da konserlere gidip aradaki farkları ve sebeplerini algılamaya çalışıyorum. Yaşamak gerek en azından. Çünkü özellikle rock müzik için konuşacaksak 2 İngilizce şarkı kaydedip bunu yurt dışında bir şirkete gönderme formülü asla geçerli bir formül değil. Albüm çıkarmadan önce kendinize canlı performansınız sayesinde bir kitle oluşturmuş olmanız gerekiyor. Bunun için de orada yaşamak lazım. Ben de Los Angeles'ı ne kadar seversem seveyim böyle bir kararı kolaylıkla veremiyorum. Ama önümüzdeki 3-4 yıl içinde sanırım şekillendireceğim düşüncelerimi. Sonuçta burada yaşadığım şey benim için son derece özel ve kıymetli bir şey. Bunu her geçen gün daha çok idrak ediyorum. Sevdiğim bir şeyi yaparak yaşayabiliyorum. Bunun hangi coğrafyada hayata geçtiği ne kadar önemli bilmiyorum ama elbette başka insanlara da ulaşabilmeyi çok isterim.

DİSKOGRAFİ
Ø  Kadın (1996)
Ø  Artık Kısa Cümleler Kuruyorum ( 1999)
Ø  Perdeler (2001)
Ø  Kelimeler Yetse (2003)
Ø  Can Kırıkları ( 2005)
Şebnem Ferah, 12 Nisan 1972 Yalova doğumlu. İlkokul yıllarında enstrüman ve solfej dersleri alarak, küçük yaşlardayken müzikle hayatını bağdaştırmaya başladı. Okul orkestralarında başlayan müzik serüveninde, 1988 yılında kurduğu ‘Volvox’ grubunun önemli bir yeri var.  ‘Volvox’un dağılmasının ardından Onno Tunç ve Sezen Aksu'nun keşfiyle bireysel çalışmalara yönelen Şebnem Ferah, Rock müzik dünyasını yeni bir sürece sokmayı başardı. 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder