Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Ocak 2011 Pazar

GÖKSEL BAKTAGİR


Akort Dergisi Eylül-Ekim/2009
“KANUN VE GÖKSEL BAKTAGİR…”
Enstrümanistler için icra ettikleri müzik aletleri zamanla yaşamlarının vazgeçilmez bir parçası haline gelir.  Üzüntülerini de, sevinçlerini de enstrümanlarıyla paylaşırlar. Tıpkı kanun icracısı Göksel Baktagir gibi. O, enstrümanın hayatında kapladığı yeri şu kelimelerle açıklıyor: “Kanun, benim dostum, çocukluğum, aynam ve derinliğim…”
Geleneksel icra biçimlerinde günümüzün en önde gelen icracılarından biri olarak kabul edilen sanatçı, temelde bir Türk Musikisi enstrümanı olan sazının bütün imkanlarını ve sınırlarını değerlendirerek, bakış açısını diğer dünya müziklerine doğru genişletiyor. Birçok grup ile yurtdışı konserleri veren sanatçı, “Farklı kültürlerin müzik potasındaki oluşturduğu renkli bahçede şekillenmek hoşuma gidiyor.”diyor.
Ülkemiz müziğine büyük katkılarda bulunan Baktagir’in 300 civarında bestesi var. İnanarak, çok çalışarak ve gelecek için hep üretmeye devam ederek bu noktaya geldiğini söyleyen sanatçının en büyük hayali ise; bir kanun okulu açmak… Sanatçı aynı zamanda  “Uluslararası Kanun Festivali”  düzenlemeyi de düşünüyor.

Kanunla tanışmanızın ilginç bir öyküsü var. İlk sevdanız bağlamayken, kanunu keşfettikten sonra, başka bir enstrümanla ilgilenmemişsiniz. Nasıl başladı bu süreç? Kırklareli doğumluyum. Sevgili babam Muzaffer Baktagir sanatla iç içe yaşayan ve birçok Türk müziği enstrümanını başarıyla icra eden kıymetli bir sanatkardı. Kendisinin bizlere aşılamış olduğu müzik ortamı sayesinde çok küçük yaşlarda filizlenmeye başladık. 8 yaşlarında mandolin eğitimi, Kırklareli Musiki cemiyetinde devam etmiş olan harmanlanma süreci ve ardından 4 yıl kadar bağlama sevdası, beni bugünlere kadar getirdi. Bağlamaya o kadar sevdalanmışım ki, gözüm evdeki hiçbir enstrümanı görmüyordu. Babam belirli zamanlarda evimizde bulunan enstrümanlar arasında özellikle kanun’u göstererek: “Oğlum sen kanuna başla, bu enstrümanın icracısı ol” demesine rağmen benim kanunu gözüm görmüyordu. Beni birkaç gün yatıran hastalık dönemim içerisinde bir aile dostumuzun bağlama ihtiyacı olmuş ve babamda “nasıl olsa ben oğluma yeniden alırım” diye bağlamamı arkadaşına vermiş. Ben bağlamasız kaldım. Müzikte de iyice aşılanmışım bir şey yapmadan duramıyorum ve iyileştiğimde kenarda duran kanuna sarıldım. İlk 6 dersi Sevgili babam Muzaffer Baktagir’den aldım. Sonradan düşünüyorum kanunu öyle sevmişim ki, sonrasında hiçbir enstrümanı öğrenme isteğim olmadı Yirmi dokuz yıldır bu büyülü enstrümanın sırlarını çözmeye çalışıyorum.
Kanun, icracıya çok fazla imkan tanıyan bir enstrüman... Teknik ve ruh olarak diğer enstrümanlara göre taşıdığı farklılıklar var. Nedir ayrılan yönleri? 3,5 oktavlık ses sahası içerisinde, sol tarafındaki mandal adını verdiğimiz, Batı müziğinde bulunmayan çeyrek sesleri kullanma imkanı da tanıyan tertibatı sayesinde “Türk Müziğinin Piyanosu” olarak tanımlanır. Bu zengin imkanların yanında özellikle Türk müziği içerisinde bir Tanbur, Kemençe, Ud gibi enstrümanlara göre ruhu daha derin yansıtma konusunda sıkıntıları olan enstrümandır. Şöyle açıklamak gerekirse; Türk müziği yuvarlak ses olarak tabir edilen ve kalbi sesleri çok kullanan tam bir derinliktir ve bu derin tınılar eskilerin “kapalı ses” olarak tanımladıkları sesler ve tınılardır. Bir ud ele aldığımızda açık tel icrasından çok, birçok ses kapalı pozisyonda icra edilir(parmak tele bastığında o kapalı sesler Türk müziğine yakışan homojen seslerdir) Kanun ise, bütün sesleri açık olan enstrümandır. Ben de bu nedenle 29 yıldan bu yana birlikteliğimin devam ettiği kanunumda kapalı yani kalbi sesleri bulmak için çok farklı bir sol el tekniği oluşturdum.
Nasıl bir teknik bu, biraz söz eder misiniz? “Sol El Tekniği” birinci planda en güzel tınıyı elde etmek üzere oluşturduğum özel bir teknik. Müziğin ruhunda vurgular, çok önemli bir yere sahiptir. İki elle icra edilen kanun sazında tamamen simetrik icrayı düşündüğünüzde vurguyu elde edemezsiz. Benim oluşturduğum teknikte asimetrik bir yaklaşım vardır. Buna örnek verecek olursam; dört notayı icra ederken düz ve kolay mantık iki eli eşitleme şeklindedir. O da;  eller sol-sağ-sol-sağ şeklinde eşit bölünerek icra eder. Bütün icra şeklini böyle düşündüğümüzde ruhu olmayan bir müzik çıkar. Ben buna daktilo icrası diyorum. Benim oluşturduğum teknik, asimetrik mızrap tekniğidir. Bir sağ el, üç sol el gibi asimetrik mızrap tekniği sayesinde müziği ruhunu veren vurguyu elde etmiş bulunuruz.
“EN BÜYÜK GÜCÜM KÖKLÜ MÜZİĞİM…”
Bu enstrümanı tam anlamıyla çalmak ne kadar sürede gerçekleşiyor? Aslında enstrüman eğitimi  bir ömürdür. Enstrüman icracısının aynasıdır adına ömür dediğimiz konaklamada kendimizi anlamaya çalıştığımız bir ayna. Bu nedenle belki teknik olarak bir yere gelmek için bir 10 yıl yeterlidir ancak sonrasında derin sesler yolculuğu başlar.
Eserlerinizde dünya müzik tadlarını yakalamak mümkün… Bu sentezin doğuşu nasıl oldu? Müziğin ortak lisanını hissetmek ve hissettirmek istiyorum. En büyük gücüm tabi ki köklü müziğim. Müzik yapmanın ötesinde “müzik olmak” için gönlünü ortaya koyan insanım. Farklı kültürlerin müzik potasındaki oluşturduğu renkli bahçede şekillenmek hoşuma gidiyor ve bu bahçenin müzikal tınılarına uyumlu müzik yapmaya çalışıyorum. Zaman zaman arp ile kanunu bir araya getirmek, Hint tablasıyla kalp ritmini yakalamaya çalışmak ufkumu da, müziğimi de şekillendiriyor.
 Sizin için “ruhu tamir eden bestekar” yorumları yapılıyor. Sizce, bestelerinizin bu denli etkileyici olmasının sırrı nedir? Eskilerin bestekarı tarifi çok anlamlıdır: Çok önceleri beste yapanlara bestekar denmiyormuş. “Müessir” deniyormuş yani tesir eden, iz bırakan manasında. Bestelenen eserlere de “ Tasnif” adı veriliyormuş. Bunun çok derin bir manası var. Yaradanın sınırsız hazinesinden tasnifler yapmak..Kainatta her şey mevcut. Bizler de sunulan kadarıyla Yaradanın hazinesinden tasnifler yapmaya çalışıyoruz. Bu besteler ruhu tamir edebiliyorsa her şey can-ı can’ dan kaynaklanıyor.
BİRÇOK MÜZİK TOPLULUĞUYLA ÇALIŞIYOR
Zaman içerisinde birçok farklı oluşumlarla sanatını icra eden Göksel Baktagir; halen Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu, İstanbul Fasıl Topluluğu, Mercan Dede Grubu, İstanbul Sazendeleri Topluluğu, Trance İstanbul Quartet adıyla kurulan oluşumlarla yepyeni arayışlarla çalışmalarına devam ediyor. Bireysel çalışmalarının yanı sıra birçok sanatçıyla da bir araya gelen Baktagir, bunu kendisi için bir şans olarak görüyor:  “Engin musikimizin abide sanatçıları ve bugün aramızda bulunmayan önemli sanatkarlarla müzik yapma şansım oldu. Bekir Sıtkı Sezgin, Kani Karaca, Cinuçen Tanrıkorur gibi rahmete kavuşmuş sanatkarlarla müziğin içerisinde ortak ahengi kurmak mutluluğun en güzelidir ama bir sanatkarın dönüm noktası sayılan zamanları vardır ki, o sanatkar için en büyük şans odur. Benim sanat hayatımdaki dönüm noktam da bağlı bulunduğum topluluğun kurucusu, devlet  sanatçısı, değerli hocam Tanburi Necdet Yaşar’dır.” Yakın zamanda aranjörlüğünü ve yönetmenliğini yaptığı “Gönülden” albümünü tamamlayan sanatçının şuan üzerinde çalıştığı özel bir proje de bulunuyor. Hazırlanan bu çalışma kapsamında; bestekar Pınar Köksal’ın sözlü Türk Müziği bestelerini, ünlü tenor Hakan Aysev yorumlayacak. 











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder