Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Ocak 2011 Pazar

TULUĞHAN UĞURLU



Akort Dergisi Temmuz-Ağustos/2009
TULUĞHAN UĞURLU VE İSTANBUL AŞKININ TARİFİ
Doğu-batı senteziyle müziğini konser salonlarından tarihi mekanlara taşıyan piyanist Tuluğhan Uğurlu, “Dünya Başkenti İstanbul” adlı projesinin ikincisinin hazırlığı içinde. Projenin ‘2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’u desteklediğini, ancak temelde farklılık taşıdığını söyleyen Uğurlu; “Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi, İstanbul için değil, Avrupa için bir gurur olduğunu ifade ediyorum ve buradan yola çıkıyorum.” diyor. Ünlü piyanist ile İstanbul sevgisi ve yeni projeleri üzerine sohbet ettik.
Verdiği sayısız konserle dünyayı kendine hayran bırakan müzisyenlerden biri Tuluğhan Uğurlu… Yılda 110 civarında konser veriyor ve yıllardan beri bu tempoyla eserlerini üretiyor. Yurtdışında bulunduğu dönemlerde en çok İstanbul hasreti çeken sanatçı, bu özlemini de eserlerine yansıtıyor: “İstanbul’da doğdum büyüdüm. Yıllarca Viyana’da yaşadım. 16 yaşından itibaren İstanbul’a olan sevgi ve hasret belki bu konuda bu kadar hassas olmama sebep oldu. Burada her gün yaşayan biri olsaydım yine hassas olurdum ama sanıyorum, değerler uzaklaştıkça daha net görülüyor. Bu sevgi eserlerime de yansıyor. O şehrin bir parçasısınız aslında. Belki de siz İstanbulsunuz ve İstanbul’da siz. O noktaya gelince belirli eserler çıkabiliyor. Dünyanın neresinden gelirsem geleyim, İstanbul’a geldiğimde inanılmaz bir mutluluk taşıyorum. Avrupa’da birçok şehri insanlık tarihinden atabilirsiniz, çok bir şey değişmez. Ama bazı şehirleri insanlık tarihinden atarsanız, bildiklerinizi unutmaya başlarsınız. Hafızanız silinmeye başlar.” İstanbul sevgisini bu sözlerle ifade eden sanatçı,  bugünlerde 2006 yılında hayata geçirdiği “Dünya Başkenti İstanbul” adlı projesinin ikinci ayağı (Dünya Başkenti İstanbul-Genç Kuşaklar) hazırlıyor. 2003 yılında temeli atılan ve konserlerle birlikte gelişen “Dünya Başkenti İstanbul”un,  ülkemizde ve dünyada konserlerini sürdüren Uğurlu, “Kuzeyden, güneyden, doğudan, batıdan ne varsa işin içine katıyoruz. Konserlerimizde multivizyon kullanıyoruz. İstanbul’un bildiğimiz, bilmediğimiz tüm tarihini ekrana aktarıyoruz. Edebi metinler görselle birlikte yer alıyor, mesajımızı veriyoruz.”diyor.
İSTANBUL, YENİ SANAT ESERLERİNE İLHAM KAYNAĞI
“Dünya Başkenti İstanbul” un, “2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul”  ile birbirini destekleyen projeler olmasının yanında fikir olarak farklılıklar taşıdığını söyleyen sanatçı,  sözlerini şöyle sürdürüyor: “‘Avrupa Kültür Başkenti’nde İstanbul müstakil olarak değerlendiriliyor. Tarihin hangi dönemine bakarsanız bakın, İstanbul’un başrol oynadığı tarihi dönemlerde Anadolu’dan güç almayan İstanbul asla hiçbir şey yapamamıştır. Dolayısıyla İstanbul, dünya platformuna çıkmaya başladığında Anadolu’da müthiş bir motivasyon var. Bu projede çalışan arkadaşlarımızla da bunları konuşuyoruz, ancak Anadolu’dan güç almayan bir İstanbul hiçbir yere varamaz. Anadolu ayağı bu projede biraz unutuluyor. Bu nedenle “Avrupa Kültür Başkenti İstanbul”,  İstanbul’a katkısı olan ancak bana göre eksik bir proje. İstanbul tüm uygarlıkların orta noktası… Farklı inançların, birlikteliğin motivasyonu olarak kullanmıştır. Bu da yeni sanat eserlerine ilham kaynağı olmuştur. İstanbul’un müziğini net bir şekilde ortaya koymak ve üzerinde çalışmak gerekiyor. İstanbul’un her türlü güzelliklerini sahneye koymaya çalışıyoruz.”  

VAPUR DÜDÜĞÜ VE KLAKSON SESİ DE MÜZİĞİN BİR PARÇASIDIR
Müziğinizi konser salonlarından Arkeoloji Müzesi, Sirkeci Garı, Haydarpaşa gibi tarihi mekanlara taşıdınız. Biraz o atmosferden söz eder misiniz? Konser salonuna girilince hem seyircide, hem dinleyici de bir kibarlık başlıyor. Yadırgadığım için söylemiyorum oysa müzik hayatın kendisidir. Sanatçı nasıl selam vermek istiyorsa öyle selam verir, nasıl giyinmek istiyorsa öyle giyinir. Neyse o olmalı. Bu özgürlüğü biz tarihi mekanlarda çok iyi yakalıyoruz. Yurdum insanıyımdır, sırça köşkümde değil daima halkın içindeyimdir. Sirkeci garında konser veriyoruz, tren kalıyor ya da vapur sesi geliyor, klakson sesleri geliyor. Müzikte bunun bir parçası değil mi? O zaman seyircide o samimiyeti görüp, o havaya kaptırıyor kendini. İnanılmaz bir sinerji ortaya çıkıyor. Tarihi mekanlarda konserler verdiğimde aslında bir süre sonra ikinci plana düşüyor Tuluğhan Uğurlu. İlk olarak tarihi mekanların insanlar tarafından hatırlanması devreye giriyor. En çok bu hoşuma gidiyor ve bir süre orada aktiviteler olmaya başladığını görüyorsunuz. Yaşadığımız topraklardaki değerlerin farkına varırsak, bilinçlenme süreci daha da hızlanarak artacaktır.
Anadolu’daki tarihi yerlerde de benzer çalışmalarınız var.. Anadolu’nun tarihi mekanlarında konserler veriyorum. Bu konserlerle insanlara Anadolu medeniyetlerinin ne kadar önemli olduğunu ifade etmeye çalışıyorum. Anadolu’da var olan medeniyet köklerinin aslında Avrupa olmadığını, o tarihsel ve kültürel yoğunluğun Anadolu’da zirvede olduğunu hep ifade ediyorum. Anadolu’daki medeniyetlerin kendi medeniyetlerimiz olduğunu kabul etmediğimiz sürece bu ülkenin bir yere varması mümkün değildir. Dolayısıyla Hitit, Sümer, Frig, Likya, Urartu, Selçuklu, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyeti kendi medeniyetimiz olarak görmemiz gerekiyor. Bunu eğer yaparsak, başkaları gelip o medeniyetlere sahip çıkmaya kalkamaz. Hitit İmparatorluğunun başkenti Hattuşaş,  Çorum yakınlarındadır. Nemrut dağının zirvesine piyano çıkardım.
Eserlerinizle, müziğinizle vermek istediğiniz mesaj nedir? Temel mesaj; insanlığın kardeşliği, eşitliği ve özgürlüğüdür. Her projenin mutlaka bir yerinde tüm insanlığın kardeşliğinin altını kalın çizgilerle çiziyorum. Hem yurt içi hem yurtdışı konserlerde Atatürk’e değiniyoruz. Paylaşıldıkça artacak bir sevgi.. Çok önemli bir temel taşı..Yaka ve kravat Atatürkçülüğünden gönüllerdeki Atatürkçülüğe yol almamız gerekiyor.
ÇOK SESLİLİK DEMOKRASİDİR
Klasik müziğin içine doğu motifleri yerleştiriyorsunuz. Piyanonuza bağlama da eşlik ediyor, ney de… Müzik ayırt etmiyorum. Tek sesli müzik benim için ne kadar kutsalsa, çok sesli müzikte o kadar kutsaldır. Tek sesli enstrüman ne kadar önemliyse, çok sesli enstrüman da önemlidir. Piyano çalıyorum, 10 parmağınızla farklı sesler çıkarıyorsunuz. Ya da bir orkestra konserine gidiyorsunuz, 100 parça enstrüman. Fagot ayrı bir kültürden geliyor, korno farklı bir kültürden geliyor. Obua, flüt, klarnet, piyano, arp, keman apayrı yerlerden geliyor. Bu kadar medeniyet bir amaç için toplanıyor. Beethoven’ın eserini iyi seslendirmek. Herkes Londra Senfoni Orkestrasında ne güzel bir Beethooven yorumu diyor ama ben “demokrasi” kazandı diyorum. Çünkü çok seslilik demokrasidir. Bu anlamda bende sahnede çok sesli taraflarımı ortaya çıkarıyorum. Bağlama, ney, kontrbas, piyano, bilgisayar teknolojisini seviyorum. Hadi bakalım herkes sahneye.
Konserleriniz bir yandan devam derken, üzerinde çalıştığınız projeler ne olacak? Ekibim; Murat Toraman, Doğukan Çokşeker, Ümit Yılmaz, Can Özyiğit.. İstanbul Ticaret Odası ile birlikte yürüttüğümüz bir çalışmamız var. Akdeniz Uluslararası İşadamları Derneği’nin toplantısı vardı ve bizden eser istediler. Bütün Akdeniz’i kucaklayan bir eser oldu. Ve Barcelona’da Devlet Güzel Sanatlar Galerisinde seslendirdik. Çok beğenildi. Birçok Akdeniz ülkesinden bu eserin oralarda da seslendirilmesi yönünde teklifler geldi. Konserlerini yapacağız ve “Akdeniz” adını verdiğimiz albümü yayınladık.“Dünya Başkenti İstanbul-Gelecek Kuşaklar” hazırlıklarına başladık. Gelecek İstanbul’dan ne bekliyor? sorusuna cevap verecek. Şehirden bir şeyler beklersiniz, o da sizden bir şeyler ister. İstanbul nasıl bir İstanbullu istiyor ve siz bir İstanbul olarak gelecekte İstanbul’dan neler bekliyorsunuz? Bu soruların cevabı “Dünya Başkenti İstanbul- Gelecek Kuşaklarda” olacak.
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder