Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

8 Ocak 2011 Cumartesi

GÖKHAN KIRDAR



Akort Dergisi Eylül-Ekim 2005

SABIRLI DİRENİŞİN SONUCU:
DİZİLERİN EFENDİSİ’NE İKİ ÖDÜL BİRDEN...

“Yerine Sevemem”, “Fayton” gibi parçalarıyla pop müziğin patlama yaptığı  yıllarda tanımıştık Gökhan Kırdar’ı...Zamanla müzik tarzında dünyadaki müziğin değişimi doğrultusunda  yenilikler yapan Kırdar, son yıllarda dizi müziği denilince akla ilk gelen isimlerden biri oldu. Beyaz İnci Ödül Töreninde “En İyi Dizi Müziği” alanında aldığı iki ödülle de bu başarısını kanıtlayan Gökhan Kırdar , “Alternatif müzik yaptığınız zaman insanlara ulaşmanız zorlaşıyor. Yaptığım dizi müzik çalışmaları, müziğimi çok geniş kitlelere ulaştırıp, kabul görmesini sağladı. İnsanların yenilikçi tavrımı ödüllendirmeleri beni çok mutlu etti.”diyor.

Yaptığı dizi müzikleriyle adıdan sıkça söz ettiren  ve altı yıldır üzerinde çalıştığı “Tüür” projesini tüm dünyayla paylaşmaya hazırlanan Gökhan Kırdar, “Serseri Mayın” adlı ilk albümüyle müzik dünyasına giriş yaparak beğeni kazanmıştı. Daha sonra popüler olandan uzaklaşıp o yıllarda dünyada da yeni kabul görmeye başlayan bir müzik mantığına yönelen Kırdar, bu değişimi şöyle ifade ediyor: “Dünya müziğinin değişimi nedeniyle, kendimde bir takım yenilikler yapmam gerektirdiğine karar verdim ve 97 yılındaki “Trip” albümüyle elektronik müziğe hem mantık olarak hem de sound olarak geçiş yaptım.” Yıllarca reklam, belgesel, film gibi başka birinin kurmuş olduğu hayale ya da senaryoya hizmet eden bir çalışma içine girmek istemeyen Kırdar, yaptığı farklı tarzdaki birçok çalışmayı halkla buluşturamayınca kendisine en uzak bulduğu bu alana yönelmiş. Gökhan Kırdar, müzikal yaşamı ve yeni projeleriyle ilgili sorularımızı yanıtladı.

İlk albümünüz “Serseri Mayın” ile müzik dünyasına girdiniz. Albümün çıkış parçası “Yerine Sevemem” çok sevildi ve halen de büyük bir ilgiyle dinleniyor. Pop müziğin patlama yaşadığı o dönemde ise, siz bir anlamda ülkemizde popüler olandan sıyrılıp kendinize ait farklı bir tarz geliştirdiniz. Elektronik müziğe yönelmeniz nasıl oldu?
O yıllarda yayınlanan albümlerim “Serseri Mayın” ve “ Tutunamadım” diğer albümlerle kıyaslandığında diğer albümlerden farklı bir yerdeydi. Erkan Oğur, Erdem Sökmen, Halil Karaduman gibi şuan herkesin bildiği ama o yıllarda  yeni yeni bilinen usta müzisyenlerle albümlerimi oluşturmuştum. O dönemde müzikte hızlı bir endüstrileşme atağı oldu. Müzik kanalları çoğaldı, çok fazla albüm yapılmaya başlandı. ‘Yerine Sevemem’, ‘Fayton’ gibi şarkılarla kendi hedeflediğim noktaya ulaşabilmiştim ama müzikal birikimim, daha iyi müzikler yapabileceğim bir yerdeydi ve ben popülaritenin üzerine yeni bir müzik tarzıyla yeni bir popülarite yaratmak ve müziği çeşitlendirmek adına başka müzik türlerine yönelmiş olabilirim. Müziğe sanatsal olarak bakıyorum. Endüstriyel olarak ya da para kazanılacak bir domates ya da salatalık gibi bakmıyorum. Öyle olduğu için öncelikle müziğin insanlara bir şey vermesi ve yeni bir ufuk açması lazım. O insanlar tarafından kabul görür ya da görmez ama bu bir sanatçının hedefleyeceği şey olmalı. Neticede ben o ilk yıllardaki müziği devam ettiriyor olsaydım, kendimi tekrar ediyor olacaktım. O yıllarda çıkmış bir çok albüm var hiçbiri aranmıyor ve dinlenmiyor. Ama benim o yıllarda yaptığım çalışmaların kabul edilmesinden sonra yeni yaptığım “Yağmur” ve “Bu aşk” gibi çalışmaları ortaya çıkardım. Onlar bile hiç dinlenmemiş gibi bir ilgi görüyor. Bu  benim hep bir takım alanların önünde gitme ve ileriye dönük olma çabamdan kaynaklanabilir.

Ülkemizde ve dünyada da artık kabul görmeye başlayan bir tür elektronik müzik. Siz nasıl görüyorsunuz geleceğini?
Elektronik müziğin bir noktaya ulaşacağına ben çok da fazla inanmıyorum. Sadece elektronik müzik yapıldığı zaman bizim sahiplenebileceğimiz bir şey olamaz. Ama elektronik müzikle  bizim bildiğimiz geleneksel müziğimizi harmanladığımız zaman ne batıya ne de doğuya ait olmayan her ikisini de içinde barındıran bir tür ortaya çıkıyor. Ethnotronix...Bu isimle bir albümde yayınladım. İsmi hem felsefesiyle, hem içinde bulundurduğu müzikal önermelerle üçüncü bir tür. Dünyadaki insanların haberleri olduğu andan itibaren çok ilgi göreceğini düşündüğüm farklı bir müzik türü. Hem barışı, hem kültürler arası kaynaşmayı öneren benim sahiplenebildiğim ve bu ülkede yaşayan herkesin sahiplenmesi gereken müzikal bir tavır olarak düşünüyorum.

İlk olarak “Gece Melek ve Bizim Çocuklar” adlı filmin müziklerini yaptınız. Film ve dizi müziği çalışmalarına nasıl başladınız?
“Gece Melek ve Bizim Çocuklar”, ilk albümümden önce Atıf Yılmaz ile yaptığım bir çalışma. Daha sonra albümlerime yöneldim. Senelerce de reklam belgesel, film olsun başka birinin kurmuş olduğu hayale ya da senaryoya hizmet eden bir çalışma içine girmek istemedim. Gelmiş olduğum müzikal nokta, bulduğum ülkede ve dünyada da çok yeni olduğu için başka stratejiler geliştirmem gerekliydi. Çünkü burada alternatif yaptığınız zaman insanlara ulaşmanız zorlaşıyor. İnsanlar sadece Televizyon seyrediyorlar. Birçok farklı tarzda çalışmalar yaptım. İnsanlar, sadece televizyondan beslendikleri için benim uzak durduğum alan benim için en cazip hale gelmeye başladı. Çünkü video kanalları da artık çalışmalarımı insanlara ulaştıracak kadar yayınlamaz hale gelmişti. Neticede dizi ve film müzikleri gibi çalışmalara girmeye başladım.

Bu alanda yaptığınız çalışmalar hangileri?
“Anlat İstanbul” ve geçen yıl Amerika’da ödül alan “Crude” ( Fırsat) uzun metrajlı çalışmalarım. “Haziran Gecesi”, “Kurtlar Vadisi” ve “Yabancı Damat” diziler. Önümüzdeki yıl yeni dizi projeleri olacak.

Diziler, sinemanın önüne geçerek bir sektör haline geldi ve ödüllendirilmeye başlandı. En iyi dizi müziği alanında, müziklerini yaptığınız “Yabancı Damat” ve “Kurtlar Vadisi” ile ödüllendirildiniz. Mutlu musunuz?
Televizyon, cep telefonu ve internet çağımızın artık yatırım yapılması gereken unsurları. İnsanlar sinemaya gitmektense evlerinde izlemeyi tercih ediyorlar. Dizi dediğimiz şeye insanların çok ilgisini çekmeyi başardık diye düşünüyorum. Bu ilginin sonucunda ödüllendiren olmak bunda bir payım olduğunu bana gösteriyor. İnsanların benim yenilikçi tavrımı ödüllendirmeleri de beni çok mutlu ediyor. Ülkemizde dizi çok fazla izlenmeyen, beğenilmeyen bir konuydu. Ama kalitesinin artmasıyla film endüstrisinden bile daha fazla yapılanmanın ve kadrolaşmanın oluştuğu bir alan haline geldi.

Bir filmde kullanılan müziğin önemi de yeni yeni anlaşılıyor.
Evet yeni yeni anlaşılıyor. Bunu yapan birçok insan çıkacak. Bunların içinde mutlaka olayı yine yozlaştırmak ve yok etmek isteyen populasyonlar olacaktır. Kaliteli yapımlar yapılmadığı sürece zaten kimsenin ilgisini çekilemeyeceği ve müziğin bir filmin müziğinde ne kadar etkili olduğunun anlaşılmasından itibaren de birçok müzisyene yeni kapılar açılacağını düşünüyorum.

Aldığınız iki ödülden birini Melih Kibar’ a ithaf ettiniz. Bu çok anlamlıydı. Kendisini tanıyor muydunuz?
Çok değil. Bir iki defa alışverişte merhabalaştığımız oldu. Sonrasında hastalığını duymuştum. Hastalığı sırasında yaptığı bir dizi çalışması vardı. Devam edemeyecekti ve ben onun yerine çalışmada bir iki bölümün müzikleri için  kullandım. Sonra kendisini kaybettik. Ben kendisini yakından tanımasam da kendisine duyduğum saygı ve o alanda onun da aday gösterilmesi nedeniyle öyle bir davranış göstermemin en doğru şey olduğunu düşündüm. ‘Hey bakın ben ona rağmen kazandım’ demektense ona ithaf etmek benim yapmam gereken ve içimden gelen en doğru sesti ve onu gösterdim sadece.  


Bir röportajınızda müziklerini hazırladığınız diziler için her bölüme ayrı ayrı çalıştığınızı okumuştum. Müzikleri oluşturduğunuz yaratım süreci nasıl gelişiyor?
Üç yıldır gözlemlediğim şey filmlerin başlangıcında müzikler yapılıyor, daha sonra kendi kaderine bırakılıyor. Ve müzikler çok fazla özenilmeden o haftaki bölüme acele olarak yerleştiriliyor. Böyle çalışıldığı zaman ne o müziğin ne o sahnenin müziğe uygun olmadığını gördüm. O sahne için en iyi müziği seçme konusunun ne kadar önemli olduğunu gösterdiğimi düşünüyorum ben. Her hafta uykusuzluğu göze alıyorum. Sabaha kadar iki günde 12 saat sürüyor bir film için çalışmak. Haftada beş dizi çalışıyordum geçen yıl. Beş gün her gün 12 saat çalışmak demek, kare kare o film üzerinde çalışmak demek. Bu dikkat çekici bir hale geliyor çünkü bu hiç yapılmayan bir şey. Ben her hafta bu çalışmalarımı devam ettirerek belirli bir standart ve anlatım dili oluşturduğumu düşünüyorum. Her film için aynı müzikler yerine senaryoya uygun farklı farklı müzik konseptleri oluşturuyorum. Bunu yaptığım içinde diğer müzisyenlerden sıyrılabildiğimi ve ödüllendirildiğimi düşünüyorum. Bu da, yaptığım şeyin çok doğru olduğu ama bunu devam ettirebilmek için yeni bir takım yapılanmalar ve kararlar vermem gerektiğini bana gösteriyor.

Altı yıldır üzerinde çalıştığınız bir de “Tüür” adlı bir müzik projeniz var. Tüür’ün anlamı ve  içeriği nedir?
Yazıyla beraber oluşan bir müzik tarihimiz var. Aslında yazı dediğimiz şeyler mağara resimleri ve sembolleri. Bu sembollerin en karakteristik özelliği dans eden bir topluluğun olması. Bu resimlere baktığımızda M.Ö 8 binlerde başlayan  bizim bir müzik tarihimizin olması gerekir diye düşündüm. O nedenle de araştırmaya başladım. O resimlerin yapıldığı yıllarda yapılmış kazılar, arkeolojik kazılar, mezarlardan çıkan bir takım enstrümanlar var. Bu enstrümanlardan en karakteristik olanı  “Tüür” adlı bir enstrüman. O zamanlarda şamanların mezarlarından en çok çıkan “Tüür” davulu. Müzik tarihini araştırmak için çıktığım bu yolculukta dünya üzerindeki müziğin temelinde hem enstrüman hem kültür olarak Türklerin yattığını ve bu olayları Türklerin başlattığını görmek kendimi tamamen bu araştırmalara manevi olarak bağlanmama yol açtı. Geçen Ekim ayında Lüksembourg’da birçok Türk tasarımcının çalışmalarının yer aldığı  sergiye katıldık ve ben bu sergiyi kendi adıma “Tüür” projesini hazırladım. Orada görmüş olduğu ilgide beni çok heyecanlandırdı. Bu projeyi daha da genişleterek tanıtmayı ve yaygınlaştırmayı, sadece at üstünde savaşan bir medeniyetin dışında çok daha başka sanatsal medeniyetlerin ağırlıkta olduğunu tüm dünyaya ispatlamak ve göstermek istiyorum. Proje yedi tane yeryüzü duasından oluşuyor. İlk dua yağmur duası ben devamında deprem, fırtına, kasırga duası var. Öncelikle albüm olarak daha sonra da vcd ve dvd formatında hem belgesel hem de artistik anlatımlı film olarak ve bu iki çalışmayı yurtdışında pazarlamayı düşünüyoruz. Özel bir turnesi olacak. Türk enstrümanlarının da sergilendiği, gündüzleri sergi olarak; akşamları performans olarak bu enstrümanlarla yaptığım müzikleri çalacağım bir proje olacak. Önümüzdeki yıl içinde de  “Dem” isimli albümü yayınlamayı düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder