Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

7 Eylül 2011 Çarşamba

DİZİLER MÜZİKLE GÜZEL








Akort Dergisi / Mayıs- Haziran 2010

DİZİLER MÜZİKLE GÜZEL

Dizi ve film dünyasında kullanılan müzik (soundtrack) ülkemizde son yıllarda hızlı bir yükselişe geçti. Özellikle günümüzün popüler dizilerinde müziğin oldukça öne çıktığı bir gerçek ve bu noktada müziğin dizi üzerinde etkisinin büyük olduğunu söylememiz doğru olur. Buradan yola çıkarak; kısa bir tarih araştırmasının ardından film ve dizi müzisyenliğini araştırdık, gelinen noktayı irdeledik:  Dizi ve filmlerde kullanılan müzik ne derecede önem kazandı? Ayrı bir sektör olarak mı değerlendirilmeli mi? Ticari boyutu müzisyenleri tatmin edici boyutta mı? Daralan müzik sektöründe müzisyenler dizilere mi yöneliyor?  Bu sorular araştırmamızın yola çıkış soruları oldu. Konuyla ilgili popüler dizilerin müziklerini yapan isimlerin görüşlerine kulak verdik.
Film müziği; seyirciyi film içine sokan, o duyguyu yaşatan ve sinema dilinin pekiştirilmesine yardımcı olan önemli bir etken.  Henüz ülkemizde gelişimini sürdüren bir alan olarak kabul edilse de, son yıllarda gözlenen bir artıştan söz etmek mümkün. Özellikle dizilerin popülerleşmesiyle birlikte dizi müzikleri de göze çarpıyor. Dizi müziğiyle uğraşan isimlerden aldığımız bilgiler doğrultusunda çıkan sonuçları şöyle özetleyebiliriz:
  • Sektörün daralması; dizi müziğini cazip kılıyor, ancak sanılanın aksine kolay bir iş değil.
  • Müzisyenler, dizi müziklerinden bölüm başına ortalama 2,5 ile 7 bin arasında kazanıyor.
  • Devredilen haklarından dolayı haklarını alamayan çoğu müzisyen sıkıntı yaşıyor. 

Şarkı; Diziyi Taşıyor, Dizi Şarkıyı…
Bir Orhan Kemal klasiği olan “Hanımın Çiftliği” adlı dizinin müziklerini yapan Mazlum Çimen,  film müziği kavramının ülkemizde yeni anlaşılmaya başladığını söylüyor: “Türkiye’de ben dahil film müziği yapmıyoruz, melodi buluyoruz. Değişik yerlerde aynı temaları kullanıyoruz. İkili kardeşlerden bu yana film başlamış, gelmiş; ama biz son 10 yılda film müziğinin ne kadar önemli olduğunu kavrıyoruz. Bu aşamada da yeni kavradığımız bir alanda film müziği yapıyoruz demek büyük bir çelişki olur.” Film müziğinin filmle beraber başladığını ve filmi taşıdığını ifade ediyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:  “Her sahnenin kendi yapısı vardır. Müziği de kurgularla götürmeniz gerekiyor. Biz müzik kurgulamıyoruz. Hareket, duruş ve bakıştan, dört sahne sonra melodik olarak nereye geçeceğinin iyi tasarlanması gerekiyor. Önce müzisyen olmak gerekiyor. Ben daha müzisyen değilim, müzikle uğraşıyorum. Ben melodileri buluyorum. Yeni yeni öğreniyoruz ve çok başındayım. Öğreneceğim çok şey var, önemli olan bunu bildikten sonra kendini nasıl geliştireceğindir.”  “Filmin yüzde 40’ına yakınını müzik oluşturur” diyen Çimen; filmi el, müziği ise eldiven olarak nitelendiriyor: “Bir ele eldiven giydirmek gibi bir şey bu. Ne hava almalı, ne terletmeli, ne üstü boş kalmalı. Üstüne tam oturmalıdır. Duygusuyla sarmalıdır, yönetmenin ve senaristinin kafasındaki filmi çatısını oluşturmalı ve onun içine almalıdır.” Dizi ve film müziklerini farklı olarak değerlendiriyor ve şöyle devam ediyor: “Müziğin müthiş bir etkisi var. Hoşlanmadığımız bir melodiyi filmin neresine koyarsanız koyun eksik olacaktır. Diyalogların, senaryonun ve oyuncunun enerji ve reaksiyon etkisini seyirciye geçiremezsiniz. Sinemada geçirirsiniz. Ama dizi de öyle değildir. Artık şarkılarda dizilerde yer alıyor. Şarkılar, dizilerde patlıyor; dizi patlamıyor, şarkı patlıyor; şarkı diziyi taşıyor, dizi şarkıyı. Olay buraya geldi, o kadar önemli. Bunu kapitalist çerçeve dışlayamaz, onu kullanmak zorunda. Onu da kendi doğrulukları içinde doğru kullanıyorlar, benim için yanlış olsa onlar için doğru. İyi melodi bulmakla yükümlüyüz. İyi melodi ve tema çıkarmalıyım diye düşünüyorum. Bu beni hüzünlendiriyorsa, keyiflendiriyorsa doğrudur. “
Unkapanı Bitti, Bahsedilecek Başka Sektör Yok
Müziğin günümüzde dizilerde ne derece etkili olduğunu vurgulayan Çimen, bu sistemin müzikal açıdan çok da doyurucu olmadığını ifade ediyor:   “Haftada bir 90 dk’lık diziler çekiliyor. Tüketime dayalı bir sürüm var. Haftada bir film çekilen bir süreçte nasıl sağlıklı bir müzikten bahsedebiliriz? O zaman Türkiye’de “damardan” diye bir kavram çıktı. Eli ayağı düzgün melodik ve armonik yapıları kendi içinde oluşturulmuş, bütün müzikal kriterleri içinde bulunduran bir müzik yapmaya kalkın, beğenilmez. Çünkü damardan değildir. Yapımcı ve kanal reyting meselesi peşinde, ne kadar reklam kazanırsan paraya dönüşüyor ve bu iş yürüyor. Burada bir sürü aile ekmek yiyor, dizinin sürmesi lazım. Bizde dizinin sürmesi için ne gerekiyorsa yapıyoruz. Bazen dizinin çalışma kopyası sabaha karşı geliyor ve akşama dizi yayına giriyor. Bu kısa sürede müzik yapınca; iyi müzisyen gibi algılanıyorsunuz, ama bu iyi müzisyen anlamına gelmez, bu işin kurdu adam anlamına gelir. Bunun müzikal olarak çok doğru olduğunu söyleyemem.” Çimen’e göre; popüler dizi müziklerinin yer aldığı albümler yayınlansa da bu alanın sektör olarak değerlendirmesi oldukça zor: “Yaptığınız iş, içinde bulunduğunuz, durum, çevre size bir akar sağlamaya başlayıp yan akarı doldurmaya başladığı zaman sektör olduğu anlamına gelmiyor.  Sektör, kendi iç dinamiklerini ve isteklerini oluşturan, kendi kurallarını koyabilen bir sistemdir. Kendi istihdamını yaratır. Dizi müzikleri için böyle bir sektörden söz edemeyiz.”  Türkiye’de kültürel anlamda tek sektörün Unkapanı olduğunu ama onunda korsan ve MP3’ün devreye girmesiyle öldüğünü belirten Çimen,”Unkapanı artık sektör değilse,  bahsedebileceğimiz başka sektör yok demektir.”diyor ve ekliyor: “Yeşilçam’a sektör diyemezsiniz. Yeni yeni film sektörü oluşmaya başladı. Ama Unkapanı köklü bir yapıdır, inanılmaz bir ciro oluşturuyordu. Haftalık cirosu 4,5 milyar dolardan geçiyordu. Unkapanı bitti. Müziği, Unkapanı yayınlayacak. Dizi ve film müzikleri; inanılmaz talep olan, tirajı aşan bir yapıdır. O da soundtrack ve enstrümantal müziklerin daha yeni anlaşılıyor olmasından kaynaklanıyor.”  İhsan Yüce ve Onat Kutlar’ın yönlendirmesiyle 90’lı yıllarda film müzikleri yapmaya başlayan Mazlum Çimen’in birçok film ve dizide imzası var. Çimen, aynı zamanda katıldığı çeşitli festivallerden edindiği 14 “En İyi Müzik” ödülün de sahibi… Film, müzik ve yayıncılıkla ilgili birçok projesi olduğunu dile getiren Çimen, yapım şirketi olarak soundtrack albümlere yöneldiklerini söylüyor. “Hanımın Çiftiliği”nin tüm müziklerini akustik olarak hazırlayan Mazlum Çimen; kostümüyle, dekoruyla proje niteliğinde olan bu tarz dizilerde yer alabileceğini belirterek sözlerini noktalıyor.

Dizinin Tutmasında Önemli Etkenlerden Biri
Geçtiğimiz sezonun en çok izlenen dizileri arasında yer alan “Bu Kalp Seni Unutur mu?”,  Elveda Rumeli”, “Hatırla Sevgili” gibi dizilerin müziklerinde imzası bulunan Hüseyin Yıldız ise; bir sinema filminde müziğin olup olmasının hala tartışıldığını belirtirken, dizilerde müziğin önemli bir unsur haline geldiğine dikkat çekiyor. Kemal Sahir Gürel, Erdal Güney, İrşad Aydın ve Ayşe Önder ile birlikte çalışan Yıldız,  şöyle devam ediyor: “21.yüzyılda müziğin görüntüye eşlik etmesi tartışılan bir konuydu ve hala da tartışılıyor. Günümüzde de müzik kullanmayan ya da çok az kullanan yönetmenler var; Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan gibi…  Onların filmlerinde dahi ritmsel, ilkel veya iç müzik olarak müzik vardır. Sadece radyo sesi ya da cep telefonu melodisi, dalgaların kıyıya belirli bir ritmle vurması suyun belirli bir ritmle akması gibi. Dizi ise sinemanın tam tersidir. Çünkü dizinin tutmasındaki temel dört unsurdan biridir. Bu dört unsur İyi bir sinopsis, doğru mekanlar ve iyi görüntüler, iyi bir casting ve müzik. Müzik bu anlamda diziye hem gerekli hem de süresinin büyük bir bölümünde sözlü veya sözsüz var olmalıdır. Sözlü müziğin etkisi de çok büyük. Dizilerde müziğin yoğun kullanımının doğru olup olmadığını tartışırsak da TV yayıncılığının kendisinin tartışılması gerekir diye düşünüyorum.”  Yıldız’a göre bu alanın zorlu tarafı, sürekli aynı müzikleri kullanmak: “Dizide müziğin kullanımı konservatif olduğu için baştan müziğin yüzde 75’ni bitirmiş oluyorsunuz.  10 bölüm sonra oturan dizinin müzik dili de yönetmen yapımcı ve müzisyen tarafından oturtulmuş oluyor. Yaratılan müzikal dil ile izleyici bir şeylerin olacağını; karakterlerin aşkları üzüntüleri ve akla gelecek her türlü durumun beklentisini diyalog ve oyunculuğun yanı sıra bu kodlarla da çözmeye başlıyorlar.” Bu konuya yapımcıların iki farklı açıdan baktığını belirten Yıldız; “Sürekli aynı müziklerin kullanılması bıkkınlık yaratır diyen yapımcılar olduğu gibi, yeni müzik kullanımının yabancılaşmaya neden olacağını düşünen yapımcılar var. Benim görüşüme göre de ister 5. bölüm, ister 75. bölüm olsun nasıl ki oyuncu, dizinin ana teması mekanla gibi konularla fazla oynanmıyorsa müziklerle de çok oynanmamalıdır. ” diyor.
Albümlerden Komik Paralar Alıyoruz
Yıldız’ın dikkat çektiği bir başka konu ise, işin ticari boyutu.. “Görüntüye müzik yapan müzisyenlerin hakları 1920’li yılların Amerikan Sinema endüstrisinde olduğu gibi bugün de TV firmalarının elinde. Müzisyenin filmin bütçesinin gideri olmanız gerekirken, gelir kaynağı olmakta. Dizinin müziklerini yaptıktan sonra sözleşme ile yaptığınız ezgilerin tüm maddi haklarını münhasıran televizyonlara devir ediyoruz, müzikler üzerinde artık hiçbir maddi hakkımız kalmamaktadır.  Başka dizide kullanılması elbette doğru değil ki bu sözleşme ile de sağlanır. Ama başka mecralarda da kullanılamıyor. Oysa müzik çok eklemli bir dil. Kendi kişisel albümünüze koyamazsınız, yorumculara veremezsiniz,  tüm bunların olması için televizyonların az da olsa bazen yapımcıların iznine tabiisiniz.  Kültür Bakanlığı Avrupa Birliği normlarından bahsediyorsa, öncelikle münhasıran devir haklarının yasaklanması gerekiyor. Bu konu da bence korsan kadar önem taşıyor.” Dışarıdan çok para kazanan insanlar olarak görüldüklerini ancak böyle bir durum olmadığını ve haklarının karşılığını alamadıklarını ifade ediyor:  “Dizi film ve film müzisyeni bu sektörün yaratıcı diğer fertleri kadar ücret alamadıkları gibi devredilen haklardan dolayı çıkan albümlerden de yeterince ücret alamamaktadır. “Hatırla Sevgili” ve “Elveda Rumeli” dizi müzikleri albümü çıkarıldı 100 bine yakın satan ilk albüm ve 30 bine yakın satan ikinci albümden çok komik ücretler aldık. Bu işten en çok parayı kazanan; önce televizyonlar sonra da yapımcılardır.   Onları suçlamıyorum, sonuçta böyle bir hakları var niye kullanmasınlar? Kurulan sistem onlara bu hakkı tanımış zaten. Ben sistemi suçluyorum. Sistemi çözmesi gerekenler de meslek örgütleri ve yönetenlerdir. ” Müziğe, Kemal Sahir Gürel ile birlikte Yavuz Top’tan bağlama dersleri alarak başlayan Hüseyin Yıldız, bir süre Türk Folklor Kurumunda çalışmış. 21 yıllık aradan sonra dizi müzikleriyle yeniden müziğe dönen Yıldız, aynı zamanda İstanbul Üniversitesinde dizi film alanında yaptığı masterında dizi müziklerini incelemiş ve şimdi ise, doktorasında sinema ve müzik ilişkisini incelemek istiyor: “Yapmayı planladığım doktora ile görüntü ve müzik ilişkisinin tüm alanlarındaki bilgimi geliştirip sonrasında paylaşmak istiyorum. Çünkü sinema müziği dersleri sinema okullarında diğer unsurlar kadar önemli bir konu olarak öne çıkmalı diye düşünüyorum.”  Yıldız, sinema ve dizi müzikleri üzerine yeni projelerle çalışmalara devam ediyor.
Krizden Sonra Kalite Düşmeye Başladı
Görüşlerini aldığımız bir başka isim ise; “Asi”,”Ihlamurlar Altında”, “Gece Sesleri”, “Kasaba”, “Dilberin Sekiz Günü”, “Vali”, “Sonsuz” gibi birçok dizi ve filme müzik hazırlayan Nail Yurtsever. Artık albümlerin satmadığı ve konserleri olan sanatçıların para kazanabildiği bir sektörde dizi müziklerinin daha çekici hale geldiğini söylüyor Yurtsever:  “Bugün yaptığınız müziği yarın kanallarda yayınlayabiliyorsunuz, bu da büyük bir fırsat telif haklarınız doğuyor. Daha sıcak bir alan ama tüketimi daha fazla. Çünkü haftalık düşünüyorsunuz. Al benisi yüksek olan şarkılar yapmanız gerekiyor. Kısa zamanda kendinizi çok iyi anlatmanız gerekiyor. 2 dk’lık bir jenerikte kendinizi, diziyi her şeyi anlatmanız gerekiyor ki, ayakta durabilesiniz. Güzel ve kolay gibi duruyor ama zor.” Müziğin kanallar tarafından yeterince anlaşılmamasından dolayı kalitenin düştüğünü söylüyor ve  devam ediyor: “Krizden sonra kanal tarafından fiyatlar indirildi, reklam verilmedi. Sektör sıkıntılı bir süreç yaşadı. Bu müzik sektörüne de yansıdı, dizi sektörüne de yansıdı. Bu yıl hiç tad alamadım. Kanallar da ödemeleri yapamaz duruma gelmiş. Bu da sektörün iyi olmadığını gösteriyor bu nedenle kalite de düşüyor. Ücretler düşünce başka yeni müzisyenler geliyor. O zaman kalite düşüyor. Kötü yapıyorlar demiyorum ama sektöre yeni girdikleri için kalite düşüyor. Bu alanda algıların çok güçlü olması gerekiyor, hızlı düşünüp hızlı karar verilmesi gerekiyor. Ucuz çalışana iyi müzisyen gözüyle bakılıyor.”
Müzik Tamamlayıcı
Yurtsever, yaptığı işi suya yazı yazmak olarak nitelendiriyor, ancak yayından kısa sürede kaldırılan dizilerle birlikte emeklerinin de boşa gittiğini ifade ediyor: “Kafamda şekillendirip öyle müzik yapıyorum. Dizinin ilk bölümü çok önemli. Çünkü ana temalar çıkıyor, arka jenerik, ön jenerik, aşk teması, gerilim gibi. Birinci bölümden sonra karakterler değiştikten sonra müziklerde değişiyor. Sonra yeni müzikler isteniyor. Yönetmen Tomris Giritoğlu ile çalışıyoruz. Çok özel biri ve projelerini beğeniyorum. En son “Kasaba” adlı projede birlikte çalıştık. “Bu Kalp Seni Unutur mu?” da bu yılın en güzel projesiydi Ancak kısa süre sonra yayından kaldırıldılar. Bu ülkede seyirciler biraz değişmeye başladı. Başka bir şey istiyorlar. Başka bir yere gidiyor sektör, toplumsal diziler çekilemiyor. İki dizi için de çok üzüldüm. Dizi yayından kaldırınca müzikleri kalıyor. 30–40 eser,  büyük bir emek çöpe atılmış oluyor. Belki aynı firmanın başka bir projesi olursa,  kullanabiliyoruz.” Dizinin senaryosu, ekibi, oyuncuları ve müziğiyle birlikte bir bütünü oluşturduğunu söylüyor ve ekliyor:“Müzik güzel, dizi çok kötü olmaz; dizi çok güzel, müzik kötü olmaz. Hepsi birbirini tamamlıyor.” Daha çok film müziği yapmayı seven Yurtsever bunun sebebini ise şöyle açıklıyor: “Daha kalıcı oluyor. Bir film bir kere çekiliyor, tekrarı yok orada yaptığınız melodi, daha uzun zaman sürüyor. Film daha kalıcı. Elinizde çekilmiş görüntüler var, revizyonu bitmiş görüntü üzerine müzisyenlerle tartışma zamanı bulabiliyorsunuz. Çıkan sonuç daha iyi oluyor. Dizi müziği ise; tüketime yönelik. Kalıcı şeyler yapmak istiyorum. Sırf para için çalışmalar yapmak istemiyorum. Yaptığım şeyler anlaşılsın istiyorum. Daha toplumsal konular ilgimi çekiyor. Hep bu tarz projelerde yer almak istiyorum.” “Ihlamurlar Altında” ve “Asi” nin müzikleriyle 22 Arap ülkesinde büyük ilgi gören ve yaptığı film müziklerinden ödüller de alan Yurtsever; Cem Tuncer, Engin Aslan ile birlikte dizi müzikleri üzerine projeler yapmayı düşünüyor. Aynı zamanda bir stüdyo müzisyeni olan Yurtsever, stüdyosunda aranjörlük ve müzik yönetmenliğine devam ediyor.
FİLM MÜZİĞİNE KISA BİR BAKIŞ (kutu)
Sinema tarihimize kısa bir göz gezdirdiğimizde; film müziğinin sessiz film dönemine kadar uzandığını görüyoruz. Türkiye’de film müziğinin tarihini ilk kez kaleme alan Sadi Konuarlp’in “Film Müziği /Tarihçe ve Yazılar” adlı kitabında ülkemizdeki film müziği tarihi 5 ayrı başlık altında toplanıyor:
  • Sessiz film dönemi (1897-1931)
  • Şarkılı Melodram ve Operet Dönemi (1931- 1938)
  • Yeniden Skorlama Dönemi (1938-1950)
  • Sinemacılar Dönemi (1950-1960)
  • 1960-1990 Dönemi
1931 yılında çekilen ilk sesli filmimiz Muhsin Ertuğrul’un çektiği  “İstanbul Sokakları”nda tangolar, türküler ve Semiha Berksoy’un seslendirdiği ninni ve türküler yer alıyor. Bu anlamda ilk filmimiz aynı zamanda ilk şarkılı melodram olma özelliği taşıyor. Bu dönemde Sahibinin Sesi plaklarından alınma müzik parçalarıyla filmlere müzik yerleştirme/döşeme geleneği de başlıyor. 1940’lı yıllarda ise, Türkiye’ye getirtilen Mısır ve Hint filmlerinde kullanılmak üzere Saddettin Kaynak, Münir Nurettin Selçuk’a şarkı siparişleri veriliyor ve  yine bu dönemde Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Sadi Işılay gibi isimler sinemada yer alıyor. 1950 yılı ise, Türk film müziği açısından yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul ediliyor. Bu tarihten itibaren Nedim Otyam, Metin Bükey, Cahit Berkay, Melih Kibar, Atilla Özdemiroğlu, Timur Selçuk, Fahir Atakoğlu, Zülfü Livaneli, Mehmet Soyarslan gibi önemli müzik adamlarının çalışmaları bulunuyor.



23 Nisan 2011 Cumartesi

Fatih Erkoç



Akort Dergisi Mayıs-Haziran /2010
FATİH ERKOÇ UZUN İNCE BİR YOLDA…
Yıllardır cazdan, pop müziğe; Klasik Batı müziğinden, Türk Sanat müziğine uzanan yelpazede icralarda bulunan Fatih Erkoç, uzun süredir yapmak istediği bir projeyi hayata geçirdi. Herkes tarafından bilinen türküleri seslendiren Erkoç, yola çıkış öyküsünü anlattı.
Sevilen ve bilinen 24 türküyü “Seher Yeli” adlı çalışmasında bir araya getiren sanatçı, “Uzun yıllar çok farklı kültürlerin müzikleriyle yoğruldum. Bu müzik yolculuğunun içinde bir eksiklik vardı. Onu da bu albümümle tamamladığımı düşünüyorum.” şeklinde konuşuyor. Albümün ortaya çıkmasının bir başka nedeni de, Erkoç’un hangi müzik türü olursa olsun o müziği, kendi penceresinden gördüğü şekliyle yorumlaması…“Söylediğim, çaldığım farklı bütün tarzları yorumlarken yakıştırabildiğimi düşünüyorum. Önemli olan yakıştırmaktır. O nedenle THM sanatçılarından çekinmeden, türkülerin özünü koruyarak kendi penceremden bendeki yansımasını aktarmaya çalıştım hep. Bu da içtenlikle oldu.  Müzik bilgime, müzikal duygularıma güvenerek yaptığım çalışmalardan biridir. İnsanlar da bunu ne kadar samimi olduğumu bilirler ve bu şekilde algılıyorlar.” Sanatçı, bu projeyle birlikte aynı zamanda bir misyon üstlenmiş olduğunu ifade ediyor: “Bizim kim olduğumuzu, nerden geldiğimizi en doğru anlatan ve samimi, yalın olan türkülerimizdir. Kültürümüzün bir parçasıdır. Dinleyerek, seslendirerek devam etmesi gerekmektedir. Türkülere uzak kalmış gençleri yaklaştırmak istiyorum. Çünkü beni seven çok genç insan olduğuna inanıyorum. Olumlu dönüşler var. Albümün meyvelerini görüyorum… 
Türküleri seslendirmenin kendisi için bir risk olacağını hiç düşünmemiş ve bunu da şöyle açıklıyor Erkoç: Bir nedeni; tüm müzisyenlerin beni sevdiğini biliyorum. Ben de onları seviyorum. Dünyadaki çağdaşlığın yayılmasına sanat öncülük etmektedir. Müzikte onun bir parçasıdır. Çok iyi müzisyenlerimiz var. 11 yıl Norveç’te kaldım buradaki kadar iyi müzisyen görmedim. Umarım her değer gün gelir, dünyada kendini Türk olarak ispat eder ve dünyaya kendini dinletir. Dolayısıyla böyle bir kaygım yok. Bir başka nedeni de; Modern Folk Üçlüsü harika bir gruptu. Onlar da türkülerimizi uzun yıllar üç sesli olarak seslendirmişlerdi. Modern Folk üçlüsünün müziğini yıllar boyu Türk halkı kabul etti. Zor olmayan armonilerle seslendirdiler.  Ben 3 kişinin yaptığını tek başıma yapmaya çalışıyorum. Tevfik Fikret Tufan ve kardeşim Sinan Erkoç da bu projede yer alacaktı ama olmadı.  Ben de benzer şekilde kendi penceremden yorumladım. O nedenle hiçbir tereddütüm olmadı. Ağırlıklı olarak caz müzisyeni olan sanatçı, türküleri seslendirirken özünü koruduğuna dikkat çekiyor: “Caz’da çok girift armoniler içeren şarkılar vardır. Benimde buna benzer şarkılarım var. Eğer isteseydim türküleri bu şekilde söyleyebilirdim. Ama ben öyle yapmak istemedim. O zaman daha caza yakın olacaktı. Belki başka bir şekilde çalışma yapılabilir ama Türkiye’ye yönelik değil, dünyanın caz dinleyen kesimine hitap etmek için yapılabilir ama ben Türkiye için bir şeyler yapıyorum. Dünya halklarının anlayabileceği basitlikte armonize etmeye çalıştım. Ben düzenleme yaparken bu şekilde yaparak kimliklerini, özünü bozmadığıma inanıyorum.” Albümde sanatçının kendi yazıp bestelediği  “Of Deme Bana” adlı bir türkünün de aralarında bulunduğu 24 türkü ve 2 remix çalışması var. Düzenlemelerde kendisiyle birlikte İskender Paydaş’ın imzası yer alıyor. Tevfik Fikret Tufan’nın önerdiği ve kendi aklında kalan türküleri seçmiş Erkoç… Özellikle de hem tanınmış, hem de rahat söyleyebileceği, ifadesini rahat yapabileceği türküler olmasına dikkat etmiş.  Bu türkülerden bazıları şöyle: “Esmerim Biçim Biçim”, “Asmam Çardaktan”, “Eledim Eledim”, “Çayelinden Öteye”, “Evleri Var”, “Evreşe Yolları”, “Ah Bir Ateş Ver”…
Caz, pop, halk müziği… Müziğindeki bu çeşitliliğin tesadüfen ve kendiliğinden oluştuğunu söylüyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “3 yaşındayken babam bana keman aldı, Türk müziği plakları dinleyerek büyüdüm. İlkokuldan sonra konservatuara başladım. O dönemde Türk Müziği konservatuarı yoktu. Batı müziği eğitimi aldım. Konservatuar okurken, piyasadan biri kolumdan tuttu götürdü, pop müziğin içine girdim. Norveç’e gittiğimde orkestralarda çok farklı müzikler çaldım. Halk müziklerini çaldım, söyledim. Askerde caz müzikle tanıştım. Erol Pekcanla caz çaldım. Yaptığım her şeyi iyi yaptığımı düşünüyorum. Ne yaparsam yapayım yakıştırabildiğimi düşünüyorum. Yakıştıramadığım bir şey varsa onu yorumlamamış oluyorum, o işe girmiyorum.”  Hiçbir sanatçı da bu kadar çeşitlilik olduğunu düşünmüyor ve hatta bunun çok doğru olmadığı görüşünde. “Genellikle bir tarz ve bir enstürman üzerinde yoğunlaşmak çok daha akılcı. Bu işe yeni başlayanlar hobi olarak, isterse 8 bin enstrüman çalabilir. Ama dünya çapında bir müzisyen olma yolunda tek bir tarza yoğunlaşmalı ve bütün zamanını ona ayırmalıdır.”
DEVAMI TÜRK SANAT MÜZİĞİ OLACAK
Bugüne kadar yapamadığı birçok şey olduğunu ve ancak şimdi fırsat bulabildiğini ifade eden sanatçı, önümüzdeki kış aylarında bu projenin Türk Sanat Müziği ile devam edeceğini söylüyor: “TSM çok uzun zamandır yorumladığım bir müzik olmasına rağmen albüm çizgisine getiremedim. Ercan Saatçi’nin yaptığı Mucize Nağmeler, Müzeyyen Senar’la bir düet çalışmamız var. Bunun gibi ufak çalışmalarım var. Bu çalışmayı da önümüzdeki kış gerçekleştirmeye çalışacağım. Ancak ondan önce bir pop single düşünüyorum. Kardeşime de bir albüm hazırlıyorum. Prodüktörlüğü ve aranjörlüğünü yapıyorum” Caz çalışmalarına da zaman zaman konserler vererek devam eden sanatçı, geçtiğimiz yıl Kerem Görsev’le “The Lady From İstanbul” adlı bir albüme imza atmıştı.
FATİH ERKOÇ’TAN SEKTÖR ANALİZİ
Yeni albümüyle birlikte önümüzdeki dönem projelerini öğrendiğimiz Fatih Erkoç’tan röportajımızın sonunda müzik dünyasının genel bir analizini yapmasını istedik… Dergimiz için değerlendirmede bulunan sanatçı, tüm içtenliğiyle şunları söyledi:
  • Pop müziği dışındaki diğer müziklerde(Klasik Batı Müziği, Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği, Caz..) daha ciddi çalışmalar yapılıyor. Bu müzikleri icra eden sanatçılar işe daha vakıflar... Pop müzik ise; solfejiyle, armonisiyle, çok iyi aranjörler, söz yazarları ve yorumcular tarafından yapıldığı zaman daha iyi olacağını ve dünyadaki çizgisinin en azından Türkiye adına konuşursak, çizgisinin yükseleceğine inanıyorum.
  • Ancak bakıldığında müzisyen olmayan biri bile bilgisayar kullanarak sıfırdan bir şeyler üretebiliyor. Dolayısıyla bunlar yapılmasın diye bir tepkim olamaz ama bazıları yeteri kadar iyi yapılamayabiliyor. Algıladığım, beğenmediğim bir şey varsa piyasada onların çıkış noktaları yeteri kadar samimi gelmiyor. İyi niyetli,  içtenlikle ve daha profesyonelce yapılması gerektiğini düşünüyorum. Yurtdışında eğitimsiz tonmaister çok azdır. Burada ise çok az eğitimli tonmaister var.
  • Meslekleri şarkıcılık olmayan birçok sanatçı adında insan var. Onlarında yeteri kadar iyi şarkıcı olduklarını düşünmüyorum.  Onların yaptığı müziğinde dünya çapında bir müzik olmadığı düşüncesindeyim. Müziği sadece Türkiye değil dünyanın da müziği olarak algılamalarını düşünüyorum. Müziğimizi dünyanın dinlediği müzik çizgisinde ve kalitesinde yapmamız gerekir.
  • Albüm çıkarmak güçleşti. Bu durumda bazı kısıtlamalara gidiliyor ama bu da kaliteyi düşürebiliyor. 2,5 milyon satış yapan sanatçı arkadaşlar vardı.  “Ellerim Bomboş” albümüm 1 milyon civarında satmıştı. Bu rakamlar olmadığı için artık piyasa ölme noktasına geldi. Birkaç dağıtım firması kaldı. Bu durumda bile böyle albümler çıkaranlara halkımız bağrına basmalı diye düşünüyorum.

10 Şubat 2011 Perşembe

GRİPİN


Akort Dergisi Mart-Nisan 2010

ŞİFA ARAYANLAR İÇİN GRİPİN


Vatani görevleri nedeniyle bir süredir müzik dünyasından uzak kalan Rock müziğin başarılı grubu Gripin, İstanbul’a dönüşünün ardından yeni albüm için kolları sıvamıştı. Son çalışmalarını ve geçirdikleri bu dönemi konuşmak üzere bir araya geldiğimiz grup, kendi işlerini bıraktıklarına ve artık hayatlarında sadece müzik olacağına vurgu yapıyor: 20 yıl sonra 'Keşke' dememek için yaptık bunu. Çok şanslıyız ve bu şansın farkındayız. Sevdiği, aşık olduğu işi yapan çok fazla insan yok. Hele ki bir de insanların ruhuna çok hızlı ulaşan ve insan hayatına direk etki eden böyle bir başka iş de yok. İş demek dahi bizi üzüyor, öyle söyleyelim.” diyor ve ekliyorlar: “Her albüm bir sonraki albüm için farklı sorumluluklar yüklüyor insana. 2010 yılından beklentimiz ise nefes almak... Bu ülke yorgun, biraz nefes alsın, yüzü gülsün, güneş açsın bu ülkeye…”

 Askerlik ve yeni kararlar derken, önemli bir dönemi geride bıraktı Gripin üyeleri… Onlara göre hissettikleri bu zaman yaşanandan çok daha fazla: “Bu dönemde ciddi kararlar aldık. İlk olarak askerlik kararı aldık ve grubun 3 üyesi olarak askere gittik. 6 aylık aranın ardından İstanbul'a döndüğümüzde bu kararlara devam ettik. Uzun bir süre sadece müzik ile ilgilenmeye ve diğer alanlardaki çalışmalarımızı bırakmaya karar verdik. Bu da ciddi bir seçimdi. Türkiye'de grup müziği yapmak ve maddi açıdan bir gelecek oluşturmak kolay gerçekleştirilebilir bir hedef değil.  Bu kararın ardından Evren (Gülçığ) ile konuştuk. Ona düşüncelerimizi açtık. O da işlerinin yoğunluğu sebebi ile bizim verebileceğimiz mesaiyi veremeyeceğini ve bundan rahatsız olacağını söyleyerek grubun sahnesinden ayrıldı. Ancak gruptaki ağabeylik görevlerine her zaman devam ediyor”.
Askerlik süresince, en büyük özlemleri aileleri, sevdikleri ve İstanbul olmuş. “Buradayken atıp tutmak kolay ama uzaktayken daha başka bu şehir…” diyorlar. Müzik şirketlerini de değiştiren grup, tüm bu karar ve görüşmelerin uzun mesailerini aldığını söylüyor:  Tüm bu karar sürecinin ardından albüme yoğunlaşabildik. Ve Temmuz ayından beri sürdürdüğümüz albüm çalışmalarını hızlandırdık.”  Bu albümlerinde de yine içlerinden geldiği gibi belki biraz daha sakin ya da olgun duygulara sahip bir albüm ortaya çıkardığını söylüyorlar:  Yine gitmeler, gelmeler, özlem.. Askerlik ertesi olduğu için olabilir belki bu sefer…”


Müzik hayatınızda birçok şeyin plan dahilinde değil de, kendiliğinden oluştuğunu söylüyorsunuz. Son çalışmanızda bu şekilde gelişen değişiklikler var mı? Galiba, ipleri biraz daha ele aldık çünkü bir yerden sonra o güç ile birlikte çalışmak, sağlam basmak gerekiyor.

Aranızdaki müzik dayanışması, şarkıların ortaya çıkmasını nasıl etkiliyor?
Grup olmanın avantajlarını kullanmaya çalışıyoruz. Her birimizin sorumlulukları var. Voltron gibi diyebiliriz. Murat ve Arda'dan gelen akorların altyapıları yine Arda ve İlker tarafından hazırlanıyor. Tabii bu aşamalarda hepimiz yorumlarımız ile yönlendirmeler yapıyoruz. Daha sonra parçanın vokal melodileri hazırlanıyor ve hayat içerisinde yazım süreci hiç bitmeyen sözler işleniyor. Kendi stüdyomuzda yapılan bu ilke beste ve düzenleme çalışmalarının ardından demolar kayıt stüdyosuna, Haluk Kurosman ve Aziz Berk Ertem'in ellerine bırakılıyor. Burada takım 6 kişi oluyor ve kayıt süreci başlıyor. Kayıt sürecinde de parçalarda ciddi değişiklikler yapılabiliyor.

Cover ve düet şarkılara mutlaka yer veriyorsunuz tüm çalışmalarınızda ve çok seviliyor. Nedir sebebi sizce? Biz albümümüzde renkler olsun istiyoruz. Düetlerin sebebi bunlar. “Cover”larımız biraz tesadüf oldu. Ancak o güzel şarkıları yeni nesillerin de tatması gerekiyor diye düşünüyoruz. Albümde Nilüfer yorumuyla tanıdığımız bir Adnan Ergil bestesi olan “Yolcu Yolunda Gerek” parçası yer alıyor.

Sahne çalışmalarına ağırlık veren bir grup olarak, canlı performansların müziğinize ne gibi katkıları oldu? Bu yolun başından bugün geldiğimiz noktasına kadar gelmemizde en büyük etken sahnedir. Hem bir motivasyon aracı hem de binlerce hoca karşısında sınav verdiğiniz bir okuldur bize sorarsanız sahne.

Peki bir Rock müzik analizi alabilir miyiz sizden?
İşte bu çok zor. Birincisi bu işin gurmesi olabilmek için yiyecek daha çok fırın ekmek var. İkincisi müziğin bölümlendirilmesine olan inancımızı da kaybettik diyebiliriz. Yani rock dediğimiz müzik ile pop, rap, disko müzikleri birbirine karışmış durumdalar.'Sınırlar yıkılsın' dediğimiz bir dünyada daha güzel ne olabilir ki. Biz bu yüzden müziği ikiye ayırmaya çalışıyoruz. İyi müzik ve kötü müzik…

TELİF BİLİNCİNİN OLUŞMASI HAYALDEN ÖTEYE GEÇEBİLİR

Albüm yapmak artık çok güçleşti… İnternetin müzik yaşamına olumsuz etkileri mevcut… Nasıl etkiliyor sizi? Kesinlikle öyle. Ama internetin faydalı yanları da var. 'Ulaşamam' dediğiniz hiç kimse kalmıyor. İnsanlar size, siz insanlara ulaşabiliyorsunuz. Bizim başlangıç amacımız buydu ve bu konuda bize yardım ediyor internet. Lakin plak şirketleri için durum çok karanlık. Albüm açısından bakıldığında da müzik yapan insanı etkileyebiliyor. Diyelim ki elimizde 12-13 şarkı var. '10 şarkı kafi gelir, fazlasını albüme koymayalım nasılsa insanlar kolay ulaşıyor ve kolay eskitip harcıyorlar.' diyebiliyorsunuz.

Bazı grup ve sanatçılar yasal olmayan müzik indirmeyi önlemek için alternatif  çalışmalarda bulunuyor. Farklı satış stratejileri izliyor, sizce başarılı olunuyor mu bu şekilde? Elbette herkesin yolu kendi yoludur. Ve yeni yollar denemek kimseye zarar getirmez aksine belki de yeni yolar açar. Biz de yabancı mp3ler indirmişsinizdir, bunu inkar etmek olmaz ama işin içine girdikten ve emeği gördükten sonra anlıyorsunuz durumun ciddiyetini. Hem artık hızlı bağlantılar sayesinde indirmeden ve yasal yollardan müzik dinlemek mümkün.

Telif bilincini yerleştirmek adına yapılaması gerekenler sizce neler? Bize göre; ilk etapta markaların, büyük markaların desteği ve ürün üzerinden yasal portallara yönlendirme yapmaları. Bir ürünün ambalajından biriktirene X hediye yerine, yasal platformlardan şarkı indirme hakkı verilebilir. Bunun bir alışkanlık yaratması, yasalarla ve ahlak bilinci ile birleşmesi hayalden öteye geçebilir.

Sektörün önde gelenleri ve Meslek birliğimiz MÜYORBİR’in de içinde bulunduğu diğer meslek birliklerinin müzik dünyası adına yaptıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçekten çalışıyor ve çaba gösteriyorlar. Bu çabaların karşılığını da alıyoruz. Mekanlardan alınan teliflerde çok ciddi ilerlemeler var. Bunu maddi olarak görebiliyoruz. Özellikle son 3 -4 yılda durum telif hakları açısından iyiye gidiyor.


GENİŞ AİLEYİ ÇOK SEVDİK
Kısa sürede çok beğenilen diziler arasına giren “Geniş Aile” nin jenerik müziği Gripin’e ait. Böyle sevilen bir projenin içinde bulunmaktan dolayı da mutlular: “Geniş Aile dizisi için teklif geldiğinde bir mahalle komedisine müzik yapma fikri bugüne kadar hüzünlü şarkılar yapan bizler için sıkıntı doğurabilecek gibi görünüyordu. Yine bir Rüştü Demirci parçası yorumlayıp elimizden geleni yapmaya çalıştık. Öte yandan dizi çok sevildi. Biz de çok sevdik. İzlerken bir kahkahayı bitiremeden bir kahkaha daha atıyorsunuz. Cevahir, Mürsel, Ulvi, Bilal nefis karakterler, senaristleri ve tabii tüm ekibi yürekten kutlamak ve projenin bir parçası olduğumuzdan dolayı onlara teşekkür etmek gerek.”





SILA



Akort Dergisi Mart-Nisan 2010

KOMŞU SILA’YI SEVDİ…

Son albümünün üzerinden hayli zaman geçmesine rağmen, şarkıları dinleniyor ve halen ilgiyle takip ediliyor. Genç şarkıcı, 2009 yılını da “Sevişmeden Uyumayalım” adlı şarkısıyla en çok dinlenenler arasına girerek kapadı.
 “Benim için çok güzel bir yıl oldu. Albümüm çok sevildi, konserlerim dolu dizgin devam ediyor. Yeni yılla birlikte; yeni şarkılar, yeni albüm, konserler ve şu an benim de bilmediğim kimbilir ne sürprizler bizi bekliyor...”diyen genç şarkıcı, şu günlerde Yunanistan’da büyük ilgi görüyor. Meslek yaşamında heyecanlı günler yaşayan Sıla, sorularımızı yanıtladı.

 İlk solo albümünüzle en iyi çıkış yapan sanatçı ödülünü almıştınız. İkinci albümünüzle en çok dinlenenler arasına girdiniz. Bu başarılar için nasıl bir yol izlediniz? İnanmak, sabretmek ve çalışmak çok önemli sanırım. Elimden geleni ardıma koymuyorum. Hayatımın sonuna kadar şarkı yazıp ve söylemek istiyorum. Herhangi başka bir şey daha fazla haz vermiyor bana. Gerçeğimi buluyorum. Kapılarımı açıyor ardına kadar. Hem bana şifa veriyor hem başkalarına.

Sıla şarkıları neden seviliyor? Gerçeklikleri ve samimiyetleri dik tutuyor şarkılarımı diye düşünüyorum. En önemlisi de zamansızlar yani ait değiller bir zamana. Ben hep en büyük şansım olarak gördüm şarkı yazmayı. Çok zor şarkı peşinde koşmak ve bulduğunuz şarkıyı kendinizle harmanlamak. Müzik dünyasında var olan tıkanıklığın nedenini kolaycılığa yakın durmaya bağlıyorum. Melodiler ve sözler düşündürmez oldu. Basitlik  ve sadeliğin peşinde olunmalıdır  ama bu yüzeysellik boyutunda olursa bu yaptığımız işin derinliğine ters düşer.

Aynı zamanda “Sevişmeden Uyumayalım” adlı şarkınız ülke sınırları aştı… Evet…  “...dan sonra” nın ardından Sevişmeden Uyumayalım'ı da gelin ettik Yunanistan'a. Dünyaca ünlü klarnet virtüözü Vassilis Saleas, Türkiye’ye geldiğinde radyoda dinleyip çok beğenmiş ve kime ait olduğunu araştırıp öğrenmiş. Sonrasında Yunanistan Popstarı olan kardeşi Sarandis Saleas'ın bu şarkıyı okumasını çok istediğini belirtti. Bir kaç gün sonra da Vassilis Saleas bir araya gelerek anlaşmaya vardık. Böylece;  Sarandis Saleas'ın “Ego Megalosa Norıs” isimli albümünde "Ise" adıyla Sevişmeden Uyumayalım albümün A1 çıkış parçası olarak Yunanlı müzik severlerle buluştu.

Hedeflediğiniz noktada mısınız? Öyle bir nokta var mı bilmiyorum. Ben oldum demek yanlış geliyor bana. Çok çalışmak lazım. Kimseyle yarışmamak lazım. Size rakip yine sizsiniz. Ben elbette şarkılarımla tanımadığım evlere ve hayatlara ortakçı olmaktan çok memnunum.

Bu umduğunuz bir şey miydi? Fazlasını da umuyorum.

“ÖZGÜRLÜĞÜME SAHİP ÇIKIYORUM..”

Gerek kliplerinizde, gerek fotoğraf çekimlerinizde artık görselliği daha fazla önemsediğinizi görüyoruz. Görselliğin ne gibi katkıları var size göre? Hepsi bir bütün. Kıyafetiyle, videosuyla, fotoğraflarıyla, röportajlarıyla bir duruşu temsil etmelisiniz. Fabrikasyon olmamalı. Bunun için uğraşıyoruz ben ve ekibim.

Uzun zamandır müziğin içindesiniz gerçi ama solo çalışmaların ardından gelen şöhret neleri değiştirdi yaşamınızda? Tanınıyor olmak muhakkak kısıtlıyor hayatınızı ama ben bu durumu çok da önemsememeye çalışıyorum. Özgürlüğüme sahip çıkıyorum yoksa tıkanırım.

Sizi dinleyenler ve fanlarınızın sayısı da her albümde katlanıyor. Evet. Her geçen gün daha da genişleyen kocaman bir aile olduğumuzu düşünüyorum. Artık daha az yalnız hissediyoruz kendimizi. Onlar da, ben de.

ŞÜKRÜ TUNAR ESERİ YORUMLAMAK ONUR VERİCİ
Aynı zamanda oldukça beğeni toplayan “Şükrü  Tunar  Eserleri  ile  Serkan Çağrı” adlı albüm projesinde yer alan Sıla, klarnet ustası Şükrü Tunar’ın eski bir eserinin sözlerini yazdı ve söyledi. Projenin anlamı kendisinde çok büyük: “Serkan (Çağrı) Şükrü Tunar'ın gün ışığına çıkmamış bir eserinin sözlerini yazmamı ve söylememi istediğini söyledi bir gün arayıp. Çok heyecanlandım. Benim için büyük bir sevinç olmasının yanı sıra çok da sorumluluk yükledi bu bana. Tedirgin de oldum yazmadan evvel fakat öyle güzel bir melodiydi ki kendi kendini yazdırdı desem yanlış olmaz. Ömrümce onur duyacağım bir hikaye hediye etti Serkan bana.”

İZZET ALTINMEŞE


                                             
“TÜRKÜYÜ YAŞAYANLAR AZALDI….”
Türk Halk müziğinin yaşadığı sorunların nedenlerini nasıl açıklıyorsunuz? Devletin ve hükümetin türkülere sahip çıkmadığını düşüyorum. Ben ve benim gibi Türk Halk Müziğine emek vermiş sanatçılar olarak ömrümüz vefa ettikçe bu hizmete devam edeceğiz ama yeterli değil. Öncelikle devlet politikası olması gerekiyor. Devletin kültür politikasına baktığımızda, hiçbir hükümetin kültür politikasına ayrılmış bir yatırım olmamıştır. Türk Halk Müziğinde rahmetli Sarısözen döneminde TRT’de ne yapılmışsa günümüze kadar gelmiştir. O zamanki değerli ustalarımızın atmış olduğu temellerle bugüne kadar geldi. TRT de yakında bitecek. Her şey özelleştiriliyor. Ama kültür özelleştiremezsiniz ki… Doğumunuzdan ölümünüze kadar yaşam tarzınızdır. Türkülerimiz de öyle. Bunları güçlendirmemiz ve gündemde tutmamız gerekiyor. Batı bizi bizden aldı. Bizi biz yapan öğelerin başında kültürümüz, türkülerimiz, ezgilerimiz, yemeklerimiz, ağıtlarımız geliyor. Maalesef bunlar bizden alındı. Bu durumda da biz olmaktan çıkarız ve istedikleri şekilde de kullanırlar.
Halk Müziği TV ve radyolardan halka ulaşabiliyor mu? TRT dışındaki ulusal kanallarda birkaç tanesinde THM bulursunuz.  TRT devlet kanalı olmasına rağmen özel kanallar gibi reyting kaygısı taşıyor. Maalesef üzülerek ayrıldım. Ben ve benim gibi çok değerli sanatçı arkadaşlarımın bilgi birikiminden TRT’nin istifade etmesi lazım. Ama maalesef küstürülmüş durumdalar. Tiyatroda da aynısı oldu, sanatçıları emekli ettiler.
Günümüzde içerik, yorum ve icrada ne gibi değişikliklerden söz edebiliriz? Teknik gelişti, zaman zaman bizlerde faydalanıyoruz. Çağdaş müzik tarzı neyse ona yönelmeli ama özünden asla ödün vermemeli. Eğer Batının enstrümanlarından yararlanacaksak, üst yapıda tamamen bizim Halk Ezgilerimiz, alt yapıda Batı armonileri.. Asla karşı olmadım hatta yararlı olduğuna da inanıyorum. Evrensel boyutta düşündüğümüzde bunların yapılmasında yarar vardır. Dünle bugün arasında rahmetli hocalarımızdan Nida hanım şöyle derdi: “Türkü okunmaz, türkü yaşanır.” Geçmişte yaşanıyordu, bugünde yaşayanlar var ama baktığınızda 10 parmağı geçmez. Günümüzde; türküyü yaşayanlar, türküyü okuyanlar, türküyü okumaya çalışanlar ve türküyü yozlaştıranlar var.
Peki, ne ölçüde dinleniyor? Türküler, doğumdan ölüme kadar insan hayatında vardır. Türkü yoldaştır, arkadaştır, anadır, babadır, nefestir. Türküleri, türkü gibi okumak ve dinlemek lazım. Bu şekilde olduğunda zaten vazgeçmek mümkün değil. Ama bu ezgilerden yoksun kalırsanız, şekli değişebilir. Beşikten mezara kadar Türk Halk Müziği dinlemiş, dinleniyor ve dinlenecektir.  Ne zamanki anne yavrusuna ninesinden öğrenmiş olduğu ağıtları, türküleri ne zamanki belleğinden silip, batı motiflerinden okumaya başlarsa, o zaman türkülerimiz unutulmaya yüz tutar. Türkülerin tamamen yok olması için bir ulusun yok olması lazım bu da mümkün olmayacağı için zaman zaman batışlar, çıkışlar olacaktır.
TÜRKÜ VE TÜRKÜCÜYE ÜVEY EVLAT MUAMELESİ YAPILIYOR
Gençler; doğru bildiklerini, doğru inandıklarını yansıtmaya çalışıyorlar. Doğru yapmaları için, doğruları göstermeniz lazım. Ama yine de kutluyorum, çünkü hiç olmazsa türkü okuyorlar. Ama yanlış, ama doğru. Onlarda bir sorun bulmuyorum. Onlara gerçek anlamda yön vermeyen bizi yönetenlere sorun düşüyor. Benim ve benim gibi gerçek sanatçılarımıza görev vermiş olup, buyurun size meydan deseler seve seve yaparız. Bir atasözü vardır: “At olur, meydan olmaz; meydan olur at olmaz” diye. İyi kötü atımız var ama meydan yok. Gençlerin yeterli olmaları için öncelikle gençleri özendirmeniz gerekiyor. Gençlere hedef göstermeniz lazım. Hedef olarak, batı kültürünü bilinçaltına yerleştiriyorlar. Böyle olunca, gençler türküye heveslenmiyorlar.
 

THM Araştırması

Foto:Sevcan Çarkcı

TÜRK HALK MÜZİĞİ ARAŞTIRMASI

Türk Halk Müziği, binlerce yıllık Anadolu medeniyetinin zengin yapısını günümüze taşıyarak,  şüphesiz kültürümüzün en önemli yapı taşlarından birini oluşturuyor. Asırlar boyu Türk insanın duygusu, düşüncesi, sevdası, hüznü ve mutluluğu Halk müziğimizle dile geliyor ve yaşatılıyor. Türk Halk Müziğimiz; aynı zamanda toplumsal yaşama yön veren sosyal, kültürel, ekonomik, tarihsel ve kültürel olaylarla birlikte; çeşitli gelenek, görenek ve inançları konu edinen kültürel mirasımız…  Aşık geleneği ile gelişim gösteren Türk Halk Müziğimiz; sosyal yapının değişmesi, köyden kente göçlerin yaşanması, iletişim araçlarının hızlı gelişimi gibi faktörlerden etkilese de ciddi bir kesim tarafından dinlenmeye devam ediyor. Peki, günümüz popüler kültürünün içinde varlığını korumaya gayret eden Türk Halk Müziğimiz; hangi sıkıntıları yaşıyor, ne gibi bir süreçten geçiyor? Halk Müziğinin usta isimleri, yapımcıları ve genç temsilcileri; dünü ve bugünüyle THM’nin genel durumunu, yaşanan sorunları ve çözüm önerilerini değerlendirdi.

 Foto:Sevcan Çarkcı





ARİF SAĞ: “POPÜLER KAYGILARDAN ARINMALIYIZ..”

Türk Halk Müziğinin genel durumuna baktığımızda nasıl bir tablo çıkıyor, türkülerin dinlenilirliliğini ne düzeyde size göre? Tüm müzik türlerini bir araya getirdiğimizde Halk Müziğinin önde olduğunu biliyorum. TRT’nin yayınlarında da % 60’ın üzerinde Halk Müziği yayını var. Dinleniyor mu, dinleniyor mu o ayrı bir tartışmadır. Ama bir gerçek var ki, büyük kentlerde türkü barların sayıları artıyor.
Türkü dinlenmekte bir sıkıntı yok. Başka müzik türleriyle uğraşan müzisyenlerin türkü söylediğini görüyoruz. Türkülerin seslendirilme düzeyi yukarıda yer alıyor. Görünen bir şey var ki, bu ülkede yaşayan insanlar türkülerinden vazgeçmiyor. Türküleri, ticari meta olarak görmüyor, kendinden bir ifade olarak algılıyor. İfadenin yer bulmasını istiyor. Kendi söyleyemediğini, türkülerin söylemesini istiyor. Nitekim türkülerin çoğunluğu eleştiri ağırlıklıdır. Popüler kültüre yaklaşır gibi türküleri görmemek lazım. Popüler kültürün değişkenliği vardır. Türkülerin değişmesi mümkün değildir. Klasiktir, kalıcıdır. Bizim yapmamız gereken kalıcılığını daha sağlam temeller üzerine oturtturmaktır. Daha bilgili, daha eğitimli sanatçılar yetiştirmektir. Popüler kültürden uzak tutmaktır. Sanatçıların popüler kültürün içinde ticari maksatlı kullanılmaması gerekir. Eğer fazla kullanılırsa, popüler kültürün tükendiği gibi tükeneceği gibi endişelerim var. Türküler buna izin vermez zaten. Yapısal olarak ifade anlamında zaten popüler kültürün içinde yer bulamaz. Belki eğlence noktasında buluşur. Mesaj verme, içerik kazanmaya başladığı noktasında pek popüler kültürle yan yana gelemiyor. Türküler kendini de popüler kültürün yozluğundan kendi kendi koruyor aynı zamanda. Sanatçılar olarak da bizim bu noktaya dikkat etmemiz gerekiyor.
Yaşanan en büyük sorun nedir? Halk Müziği sanatçılarının popüler kaygılarıdır. Halk Müziğinin problemini biz yaratıyoruz. Farkında olmadan başka müzik türlerini Halk Müziği ile yarıştırıyoruz.
Bunun temelinde ne yatıyor? Bu sanatçıların popüler komplekslerinden kaynaklanıyor. Bunu çok açık söylemek gerekiyor. Eğer Halk Müziği çok üzüldüğümüz bir noktaya gelirse; sebebi bilin ki, Halk Müziği sanatçılarıdır. Onların bireysel kompleksleridir. Halk Müziği sanatçısının böyle bir popüler kaygısı olmamalıdır. Cumhurbaşkanlığı köşkünde türkü söylemekle, köylü Mehmet efendinin evinde türkü söylemek birbirinden farklı değildir. Cumhurbaşkanlığı köşkünü gözümüzde büyüttüğümüz zaman küçülürüz. Oranın da olması gereken bir mekan, mevki olduğunu algılayacağız. Köylü Mehmet efendinin varlığının da bir mevki olduğunu anlayacağız.
Farklı soundlarla yorumlamak nasıl etkiliyor size göre? Kullanacağı yeri değiştirir. Öyle halaylar vardır ki oynarken, sözlerini dinlediğiniz de ağlarsanız. Duygusallığından çekiyorsun, insanları zıplatıyorsun. Duygu yok. O zaman özünden kopmuş oluyor. Halayın özünde hem duygusallık, hem hareket var. İkisi yan yanadır. Biri atılınca özünü kaldırmış oluyorsun. Onun özü, ifadesindedir. Bu çoksesliliği ret edip, halk müziği başka müzikler içinde görmeyi ret ediyorum olarak anlaşılmamalıdır. Kendi rengi, varlığı, duygusu, ifadesiyle, anlatımıyla doğru anlamda bir yerlere oturtuyorsan orada bir sıkıntı yok. Ama popüler kaygılar ve gençlik beni dinlesin kaygılarıyla bir yerlere götürüyorsan, sıkıntı oluşmaya başlar.
Yeni nesil Halk Müziği sanatçılarına ne gibi görevler düşüyor? Orijinini bilerek ve koruyarak gelişmeyi başlatsınlar. Altın madenini işletirken, altına başka bir şey karıştırmadan yapmalıdır. 24 ayar altın, 24 ayar olarak kalmalıdır. İşlerken ona gümüş mü, bakır mı, katıyorsun; taş mı, pırlanta mı koyuyorsun bu başka bir şey. Ama altın değeri kaybettirilmemelidir.
NELER DEĞİŞTİ?
-Halk Müziği, format olarak değişmedi ama kalite olarak değişti. Köylü müziği dediğimiz müzik giderek, kent müziği haline dönüştü. Bu dönüşümde o müziği icra eden insanlarda eğitim yükseldi. Bilgi yükseldi. 30 yıl önce Türkiye’de 15-20 kişi belki nota okuyup, yazabiliyordu. Ama şimdi yeni yetişen gençliğin tümü nota okuyup, yazıyor. Dolayısıyla Halk Müziği yapan insanların aynı zamanda müzik eğitimleri gelişmiş durumdadır. Çünkü bağlama çalıp, türkü söylemek başka bir şey; müzik eğitimi başka bir şeydir. Halk Müziği giderek,  eğitilmiş gençlerin eline geçmeye başladı. Bu ciddi bir gelişmedir.
-Diğer boyutu da enstrümanlarda gelişim olmasıdır. Dünkü enstrümanlarla, bugünküler arasında fark var. Hem teknik olarak, hem de orkestrasyon enstrümanlarının soundu ve tınısı anlamında ciddi bir gelişme oldu. 30 yıl önce bir zurnayı bağlamaların arasında üflemek farklı bir şeydi, bugün farklı bir şey. Akortlar, tınılar tutmazdı;  perdeler uyum sağlamazdı, zurnanın yüksek soundu orkestranın içinde başka olumsuzluklar yaratırdı. Şimdi çalışarak, herkesin bu işe katkıda bulunmasıyla bir balans elde edilmeye başladı. Artık, zurnayı bağlamaların yanında çalarken, yadırganmıyor. Yıllarca ramazan davulu diye dalga geçilen Anadolu’nun değişmez temel enstrümanı davul; asma davul, bedir gibi daha farklı bir form içersine sokuldu.
-Yaylılarından, nefeslilerinden, vurmalılarından oluşan giderek çoğalan bir orkestrasyon dikkatimizi çekmeye başladı ve orkestrada ciddi görevler yapıyorlar. 30 yıl önce 20 bağlama yan yana, önünde de bir solist yer alıyordu. Arkada fazla bir renklilik yoktu. Şimdi daha farklı renkler görüyoruz. Böyle bir soundun içinde solistin okumasıyla solistte kendini geliştirmek zorunda kalıyor. Orkestranın diriliğini solistlerde de görüyorsunuz. Bütün bunlar olurken ruhunu kaybettirilmemesi gerekiyor.
HALK MÜZİĞİ SANATÇISI ŞUANKİ TV ANLAYIŞINA UYGUN DEĞİL…
Sabah programlarında müzik kalktı. Birkaçında katilleri arıyorlar, birkaçında da koca arıyorlar. Dolayısıyla böyle bir formatın içine Halk Müziğini nereye koyacaksın, koyamazsın. Öğleden sonra da aynı programlar yer alıyor. Orada da Halk Müziğini koyacağın bir format yok. Akşam olunca diziler başlıyor. Gece 1’den sonra belki yer bulabiliyorsun. Ama bu sadece Halk Müziği için değil, tüm müzikler için geçerli. Belli formatların içine popüler müzik oturtabiliyor. Halk müziği sanatçısına “kaç sevgilin var” diye soramazsın. Formata uymadığı için yapımcı Halk Müziği sanatçısını çağırılmıyor. Çağırsa da formata uygun olanını seçiyor.
ANONİM MÜZİK YASAL ÇÖZÜME ULAŞMALI
Anonim türküler belli bir zamanı geçtiğinde yasa olarak telif haklarından çıkıyor. Dünya geneline baktığımızda Almanya, İngiltere, İtalya gibi yerlerde anonim müzik çok fazla kullanılmıyor. Bizde tüketim %60’ların üzerinde yer alıyor. Bakanlığın başka bir pencereden bakıp, değerlendirmesi gerekiyor.  Anonim eserleri toparlayabilmek için taşıcıyı işin içine katmak gerekiyor. Taşıyıcıyı ve derleyiciyi memnun edecek bir noktaya getirtilmedir. İkisini de hak tanınmalıdır. Söz yazarına, besteciye nasıl ücret konuşmuşsa; derleyenle, getirene de aynı şekilde menfaat sağlanmalı ki mekanizma çalışsın. Menfaat sağlayamazsak, mekanizma durur. Türküye burada farklı bir pencereden bakmak gerekiyor. 500 yıllık türküler yeni moda olmuş gibi tekrar söyleniyor. Taptaze gibi duruyor. Anonim müzik çok ciddi bir şekilde dinleniyor ve yasal bir çözüme ulaşması gerekiyor.
İNGİLİZCE BAĞLAMA METODU DÜNYA ÜNİVERSİTELERİNDE  

Bağlamanın çoklu gelişim özelliğinin akademik eğitim alanında yeterince yansıtılmadığı düşüncesiyle bağlama metodu hazırlayan Arif Sağ ve Erdal Erzincan farklı dönemlerde bireysel gayretlerle devam ettirdikleri çalışmaları, 2000 yılından itibaren birleştirilerek “Bağlama Metodu” yazma eylemine dönüştürdüler. Kitap kapsamında bağlama düzeni ile ilgili geleneksel çalışlar, yeni gelişmeler ve kişisel çalışmaların algılamasına yönelik araştırmalar ve düzenin inceliklerini yansıtacak bir repertuvar yer alıyor. Kitabın ortaya çıkışını şöyle anlatıyor usta sanatçımız: “1976’larda konservatuvara başladığımda bu kitabı bir an önce bitirmek gibi düşüncem vardı. Sonra birden bire farklı düşünmeye başladım. O dönemde bağlama henüz bugünki gibi evrimini tamamlamıştı. Herkesin elindeki bağlama değişikti. Ama şimdi hepsi birbirine benziyor. Çalma tekniğinde de böyle. O gün metodu yazmış olsaydım dolayısıyla bağlamının gerisinde kalacaktı ama bugün bitirilen bu metod, bağlamının bugünkü geldiği noktayı gösteriyor. Zamanlama açısında da doğru. Yurtdışındaki birçok üniversitede Almanya, Hollanda, ABD gibi yerlerde bağlama dersleri koydular. Kimin ne öğreteceğini bilmiyorlar. Kitabın bir özelliği de ders kitabı olmasıdır. İngilizce olması da o okullarda rahatça anlaşılabilmesini kolaylaştırıyor. Sırf enstrümanı gönderip, enstrümanın tarifini göndermediğinizde sıkıntı yaşanır. Bağlama konulmuş ama tarifi oradaki kişinin inisiyatifine kalmış. kontrol edecek bir disipline ihtiyacı var.  O da kitabıdır. Eğitimciye verilir. Konservatuvarda okuyan bir müzik adamının önce enstrümanist olmasını sağlamak lazım. Hollanda da resmi ders veriliyor. ABD’de, Japonya’da var.”

SABAHAT AKKİRAZ: “MÜZİĞİMİZİ GÖRMEZDEN GELMEK BİR KURAL GİBİ…”              

   Foto :Sevcan Çarkcı


Halk Müziğinin gördüğü ilgi sizce yeterli bir düzeydi mi? Bence her zaman yeterli ilgi var. Sadece medyada yeterli yer bulma sorunu yaşıyor yaptığımız müzik. Radyo ve TV’lerde yer verilmiyor. Ama verilmiyor diye oturup ağlayacak değiliz. Kendi kanallarımızda yeterince kendimizi ifade edebiliyoruz. Ama birileri bize müziğimizi aktaracak alan vermiyorlarsa bu onların eksiği ve kaybıdır. Bunu da dert edecek değiliz. Yoksa ben yılda yüz konser yapıyorum. Mustafa Özarslan’dan Erdal Erzincan’a; Volkan Konak’tan Yavuz Bingöl’e birçok müzisyen hem ülkemizi hem yurtdışını tabiri caizse hallaç pamuğu gibi atıyor. Hayatları sadece İstanbul, Ankara ya da İzmir de geçen, belli mekanların dışında konser yapılmadığını sanan birçok aklı evvel sanki hiç Türkü dinlenmiyormuş zannediyor. Bu da ben ve benim gibileri güldürüyor.
Yaşanan en büyük problem nedir size göre? Görmekten gelinmezlik ve yeterli konser alanlarının olmayışı ana problemlerdir. Pop Art dediğimiz bu yüzyılın hastalığı sanki kendi dışında yaşanan hiçbir olgu ya da sanat yokmuş gibi davranarak tüm gücünü pop art’a harcıyor. Oysa diğer tarafta tüm kurumlarıyla, dinleyicisi ile satışları ile müzik yürüyor ama o görmezden geliyor. Ama birileri yok sayıyor diye yaptığımız ve ürettiğimiz yok olmuyor aksine farklı iletişim yolları ve araçları ile yaşıyor ve ulaşmaya devam ediyor.
Nelerin değişim gösterdiği söyleyebiliriz? Soundlar, teknik, üretim araçları, kalifiye müzisyen ve entegrasyona açık yeni bir Halk müziğinden söz edebiliriz. Her şey daha profesyonel aynı zamanda uluslararası bir hal aldı ki bu da rekabet gücümüzü tüm dünyada arttırdı.
Uluslararası arenada daha fazla yer bulabilmesi için neler yapılabilir? Ben Queen Elizabeth Hall’den Cite Dela Music’e Brezilyadan Fas’a Japonya’dan İsveç’e Berlin Flarmoni’den Amsterdam Flarmoni’ye kadar birçok ülke ve akla hayale gelmez salonlarda türkü söyledim. İşini iyi yaptığın sürece herkes seni tanır. Burada asıl işi Kültür Bakanlığı yapacak. Fırsat yaratacak ve kültürünü pazarlayacak. Onun dışında eğer çok özel müzisyenler değilseniz işiniz zor.
“HALK MÜZİĞİNİN TAMAMI  ANONİM  OLMALI..”
Farklı soundlarla icra etmek özüne aykırı mı? Ben hem Jazz hem Elektronik hem de Klasik müziklerle türküleri harmanlayan ve bunlarla yüzlerce konser yapan birisi olarak kesinlikle hayır. İçerik değişmez. Zarf değişir. Aslolan da budur. Ürettiğiniz binlerce yıllık kültürünüzü her aracı kullanarak herkese dinletmek. Burada tabi asıl etkili olan bilginiz bunun için yeterli mi ve samimi misiniz?
Gençler nasıl bir ilgi gösteriyor? Konserlerime baktığımda ya da internet üzerinden beni ya da arkadaşlarımı takip edenleri incelediğimde bunların önemli bir bölümünün genç ve sadece genç de değil eğitimli gençler olduğunu da görüyorum. Müzik bir arz talep işidir. Bu anlamıyla reel bir sektördür. Genç sadece Rock ya da Pop dinliyor demekse cahillik olsa gerektir.
Türküler tam olarak hayatımızın neresinde yer alıyor? Türkü hayatın kendisidir zaten. Onu hayatın içinde bir yere koymaya çalışmak abesle iştigalden başka bir şey değildir. Doğumdan ölüme, düğünden davete, ibadetten eğlenceye hayatın her anı Türkülerin yaratılma ve yaşatılma anıdır. Bunları anlamlandıran türkülerdir zaten. Ekstra bir şey yapmak gereksizdir.
Yeni kuşak Halk Müziği sanatçıları Halk müziğine yeterince sahip çıkıyorlar mı? Kim Türkü söylüyorsa yeterince değer veriyordur. Biraz önce de söylemiştim. Aslolan samimiyet ve bilgi birikimidir. Yeni kuşak arkadaşlarıma ben çok değer veriyorum ve onlara güveniyorum. Sonuçta biz bu müziği onlara emanet edeceğiz. Tabi ki onların benim ya da Arif Sağ gibi olmalarını beklemiyorum. Onlar farklı koşullarda ve farklı bir hayatı yaşıyorlar. Onlar ona göre müzik yapacaklar ve bu da doğru olanıdır. Ben benim zamanımın müziğini yaptım, onlar yeni zamanın müziğini yapacaklar.
Halk Müziğinin yıllardır tartışılan bir konusu da anonim türkülerin telif hakkı olmalı mı, olmamalı mı? Siz ne düşünüyorsunuz? Ben halk müziğinin tamamının Anonime çıkartılmasından yanayım. Siz halkın müziğini yaptığınızı iddia ediyorsunuz. Zaten Halkın bin yıldır yaşattığı kültürün ürünlerini seslendiriyor ya da derleyip aktarıyorsunuz. Sanki toplumsal bir müzikal hafıza yokmuş gibi türküleri sahipleniyorsunuz. Ben de eser derleyen beste yapsan birisi olarak şayet türkülerin tamamının anonimleşmesi yolunda bir karar alınırsa keyifle tüm eserlerimi anonime çıkarabilirim. Ama Mesam’ın böyle bir karar alabileceğini düşünmüyorum.
ORTAK TÜRKİYE ÖZLEMİ

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AK Parti kongresinde bahsettiği önemli isimlerden biri olan Sabahat Akkiraz,, konuyla ilgili görüşlerini şöyle ifade etti: “Sayın Başbakan 14 önemli isim saydı. Bu toplumun temel değerlerini oluşturan ve her birisi bu ülkenin farklı düşünen kitlelerce önemli 14 isim. Benim dünya görüşümde ''yaratılanı yaradandan ötürü sevmek'' bir görevdir. Kimseyi ayırmadan ''Yetmiş üç millete bir nazarla bakan'' bir felsefeye inanan birisi olarak onure oldum. Ama siyasetin temelinde samimiyet kavramı yoktur. Çıkarlar vardır. Benim ismimi sayarken samimi miydi? Açıkçası bilmiyorum. Ama şunu söyleyebilirim. Bu isimlerden bazıları son 50 yıldır bazı vücutlarda alerji oluşturuyordu. Hiç anılmıyor, önemi vurgulanmıyordu. Anılıyor ve empati kuruluyor olması beni mutlu etti. Hiçbir şekilde yaptıkları siyaseti paylaşmadığım, çoğu yerde eleştirdiğim bir düşüncenin liderinin bu isimleri anması ve ortak bir Türkiye özlemini dile getirmesi siyasetimizin zenginleşmesi açısından da önemlidir. Ben bir Kemalist ve Sosyal Demokrat olarak bu ülkenin; değerlerini yücelterek  ancak bir refah ve kültür toplumu olacağımıza inanıyorum. Bunu tüm toplum olarak başarırsak ve siyasetçilerimizde bu özleme ve toplumsal isteme cevap verirlerse Mustafa Kemal Atatürk'ün önümüze koyduğu medeniyet hedefine ulaşabileceğimizi düşünüyorum.”
Foto: Sevcan Çarkcı


BELKIS AKKALE: “SEKTÖR CAN ÇEKİŞİYOR, EN ÇOK ETKİLENEN İSE; HALK MÜZİĞİ…” 
Son dönemde türküler yeterli ilgiliyi görüyor mu? Maalesef türkülerimiz son yıllarda hak ettiği ilgiyi görememektedir. Bunun birçok nedenleri var, en önemli nedenlerden bir tanesi, toplum üzerinde çok büyük etkisi olan radyo ve TV’lerin popüler müzikleri ve içi boş programları öne çıkararak haksız rekabet ortamı yaratmalarıdır. Bakın majör kanalların hiç birinde kayda değer türkü programları yoktur. Topluma ne verirsen onu aldığı, seçici olamadıkları ve tepki koymadıkları için kültür sanat programları hak ettiği ilgiyi görememektedir. Kültürel ve sanatsal yozlaşmada yayıncılar kadar izleyen halkta sorumsuzluk örneği göstermektedir. Artık toplum olarak silkinip, seçici olmayı öğrenmemiz gerekir.
Peki, hayatımızdaki yeri ne olmalıdır? Son zamanlarda her şeyin yozlaştığı, kültürel değerlerin yok sayıldığı, başların ayak olduğu bir dönemden geçiyoruz. İşte tam da bu zamanda türküleri dinleyip ne demek istediklerini, nasıl bir mesaj verdiklerini çok iyi anlamak lazım. Zira türküler hayatımızın rehberi olabilirler. Ozanlarımızın öğretileri türkülerde saklıdır. Şifreyi iyi çözebilmek için türküleri anlayarak dinlemek lazım.
Türk Halk Müziğinin yaşadığı sorunlar neler? En büyük problem, iyi tanınmamaktadır. Burada aile büyüklerine de çok görev düşmektedir. Çocuklarına türküleri anlayarak dinlemeyi öğretmeleri türkülerden birçok bilginin edilebileceğini öğretmeleri lazım. Evde türkü dinlenilmiyorsa genç kuşak türküyü nasıl tanıyacak? Türkülerin geçmişten geleceğe bir kültür köprüsü olduğunu özümüzü iyi tanıyabilmek için türküleri dinlememiz gerektiğini anlatmamız lazım. İkinci bir şıkta okullardaki müzik eğitimlerinin yetersiz olması. Halk müziğinin çocuklara öğretebilecek uzman hocalardan yararlanmak lazım. İTÜ devlet konservatuarından mezun tam donanımlı, halk müziğini iyi bilen birçok genç barlarda çalışmaları yerine okullarda görevlendirilse çok şey değişir. Üçüncü şık Kültür Bakanlığımız..Ben Kültür Bakanlığında 16 yıl görev yapmış bir sanatçıyım. Yıllardır dile getirdiğim halde maalesef başarılı olamadım. Sinema ve tiyatroya azda olsa maddi destek sağlanıyor oysa müzik sektörü can çekişiyor. Bundan da en çok etkilenen Halk Müziği oluyor. Ve biz kültür emekçileri olarak buna çok üzülüyoruz.
 Yaşanan değişimler Halk Müziğini nasıl etkiledi? Türkülerin kaynağı Anadolu ve Anadolu insanıdır. Geçmiş zamanlarda türkü yakıcıları vardı. Bulundukları ortamda tüm yaşananları türkülere dökerlerdi. Derleyici ve aktarıcılar tarafından topluma ulaştırılırdı. Bu türkülerin olgunlaşması için bir zaman sürecinden geçmesi gerekiyordu. Oysa teknolojinin hızlı bir şekilde hayatımıza girmesi ile türküler de değişime uğradı. Şöyle ki eskiden 20-30 yılda olgunlaşan türkü şimdi iletişim araçları ile her kesime anında ulaşıyor. Ve günümüzün türküleri de toplumun katkısı olmadığı için ham kalıyor. İster istemez bütün sorumluluk yorumcuda oluyor. Yorumcu halk müziğini iyi bilen biri ise ne mutlu bize. Gelecek kuşaklara doğruyu aktarır. Fakat bunun tersi ise vay başımıza gelenler… Türküler geçmişten geleceğe korumamız gereken bir kültür mirasıdır. Bu yüzden çok hassas olmalıyız. Türkülerin otantik dokusunu bozmadan alt yapıda uygulanan senfonik çalışmalar yapılabilir. Dozunu çok iyi ayarlamak lazım. Benimde bu türden çok denemelerim olmuştur.
KOŞULLAR AĞIR, ÇALIŞMA ALANLARI DARALDI
Genç kuşak halk müziği sanatçılarımızın türkülere yeterince sahip çıkmasını nasıl bekleyebiliriz? Çalışma alanları o kadar daraldı ki birçoğu türkü barlarda boğaz tokluğuna çalışıp ayakta durmaya çalışıyorlar. Koşullar bu kadar zorken onlara türkülere sahip çıkın diyebilir miyiz? Biz istesek de onlar nasıl sahip çıkabilecekler ki? Belki çok karamsar bir tablo çiziyorum ama maalesef bunlar bizim gerçeklerimiz.
ANONİM TÜRKÜLERE FON AYIRILMALI
Her türkünün bir sahibi vardır. Sahibi yaşamıyorsa varisleri vardır. Şayet varislerine ulaşılamıyorsa anonim yazıp bedelsiz kullanmak yerine bu konuyla ilgili fon ayırıp telif bedellerini burada toplayarak halk müziğiyle ilgili bilimsel çalışmalarda kullanılabilir. Çokta hayırlı bir şey yapılmış olur.
BAKANLIK DESTEK VERİRSE PROJELER ÜRETEBİLİRİZ
Dünya platformlarında halk müziğinin yer bulabilmesi için devletin desteğine ihtiyaç vardır. Bu destek sağlanırsa halk müziği adına çok başarılı çalışmalar yapılacağına inanıyorum. Kültür bakanlığı destek verirse birçok donanımlı arkadaşımızla birlikte büyük projeler üretebiliriz.